Sevgili Melike Câna,
Mektuplara nasıl başlanır hiç bilmem. Beceremem de. İkimiz de sıradan iki birey olsaydık “Sen bu satırları okurken ben çok uzaklarda olacağım” diye bir şakalı giriş cümlesi seçerdim. Eski zamanlara atıfta bulundum diye böbürlenirdim bir de utanmadan. Sen de buna gülerdin. Kendimi nüktedan biri sanıp hayatımı öyle devam ettirirdim. Başka zamanlarda, başka bir yerde buna benzer şakalar yaptığımda, insanlar gülmeyince bile sorunun bende değil onlarda olduğunu düşünecek kadar kendimden emin olurdum. Neyse ki sıradan değiliz de şu mektup başlamadan son bulmadı.
Seninle tanışmamız ne kadar da ilginç olmuştu değil mi? Sınıfa girdiğimizde bende hazırlıktan sonra birinci sınıfa başlamanın, daha önce ortam yapmış olmanın verdiği kendine güven ve sende hazırlığı atlamış olmanın yarattığı gurur, yüzlerimizden okunuyordu diyemeyeceğim çünkü 60 kişilik sınıfta ilk dikkatimi çeken açıkçası sen değildin. Arka tarafta tatlı bir çocuk oturuyordu onu kesiyordum ne yalan söyleyeyim. O da bana karşı boş değildi farkındaydım ama çocuğu bir daha göremedim. Kim bilir neden oradaydı? Yanlış sınıfta mıydı? Hala aklımı kurcalar. Ya da kurcalamaz. 5 yıldan sonra ilk defa aklıma geldi belki bundan sonra kurcalar.
Neden sonra gözlerim ön tarafa takıldı. Siz hazırlığı atlayan 5 zeki, pırıl pırıl genç kız ön tarafta oturuyordunuz. Hocalar sizinle çok ilgileniyordu. Gökhan Hoca’nın İngilizcenizi test etmek istercesine sorduğu ilginç sorulara en tutarlı cevapları veren sendin. Daha seninle konuşmadan asker çocuğu olduğunu ve Mit’de çalışmak istediğini ama bundan çok da bahsetmek istemediğini öğrenmiştim. Ders arasında sevimli gibi olmaya çalışarak tanışma muhabbetleri yapmıştık. İstemeden seni utandırdım o ortamda. Henüz seni tanımadığı için “Nerelisin?” sorusundan nefret ettiğini bilmeyen biri tarafından sorulmuş bu soruya “Hatay, Dörtyol” diye cevap vermen değil, İzmir’den başka bi yeri doğru dürüst bilmeyen benim “Orası Üçyol yalnız!” diyerek üstünlük taslama ve ezme çabamdı senin için acı verici olan. Fakat intikamını alman geç olmadı. “Uluslararası ilişkiler I” dersinde tahtada yazan “H-bomb” teriminin ne anlama geldiğini bilmediğimden sana “HEBOMB ne demek?” diye sormam yaptığım en büyük hatalardan biriydi. Çünkü tüm üniversite hayatımız boyunca bununla dalga geçtin. Ne zaman sosyalleşmeye çalışsam komik sandığın bu anımızı anlattın. Rezil ettin, insan içine çıkamaz oldum. Tamam biraz komik ama niçin bu kadar acımasız oldun Melike? Dur ya biraz değil çok komik evet. Anlat tamam hep anlat.
O ilk sene ne olduğumuza karar veremediğimiz bir geçiş dönemiydi bizim için. Bir yandan Linkin Park şarkıları söylüyor, diğer yandan Anathema dinleyip gothic olduğumuzu sanıyorduk. Fakat Michael Jackson ve Faithless’ı da playlistinde barındıran sen, müzik tarzınla hepimizden ayrılmıştın. Yine de genelde fikirlerimiz uyuşuyordu. Biliyorum beni çok sevdiğin için kaybetmek istemiyordun ve her “Hadi dersi ekelim!” teklifime evet diyordun.
Senden öğrendiğim çok şey oldu Melike. 1984’ü bana sen aşıladın. Big Brother rüyalarıma girdi. Senin sayende Matrix izledim. Kaşık aslında yokmuş anladım. “Enivecivokke”yi “Hadi keçi boku ye” şeklinde söyleyerek sinirli zamanlarımda nasıl da sakinleştiğimi sayende gördüm. “İngiliz aksanıyla nasıl Türkçe konuşulur?” sen gösterdin bana. Dur bu sonuncusunu hepimize bir başkası öğretmişti öyle değil mi? Nasıl da karıştırdım. Aslında karıştırmadım gönderme yapmak istedim. Bence başarılı da oldum.
Direnmeyi gösterdin bana Melike. Sen Yurtkur’un yetersiz yurtlarında neler çektiğini anlatırken ben halimden şikayet etmemem gerektiğini anladım. Mağduriyetinizi öyle ateşli savunuyordun ki benim de ruhumdaki devrimci kişilik uyanır gibi oluyordu kimi zaman.
İlk bakışta saçma gibi gelen ama düşününce “Olabilir lan aslında.” dediğim teorilerinle ufkumu genişlettin. Şimdi ben de aynasız bir yerde toplumsallaşamayan çocuk yetiştirsek, proteinsizlikten birbirini yiyen insanlar olsa nasıl olur diye düşünmekten kendimi alamaz oldum. Neden yaptın bunu Melike? Garip rüyalarınla neden bilinçaltıma işledin? Yoksa? Lan? Senin deneğin ben miydim he söyle?
Foucault dedin Bourdieu dedin kafamı karıştırdın durmadan. Eskiden bi tek Platon diye sayıklıyordun ne güzel. İdealar evreni falan geçinip gidiyorduk. Şimdi tutturdun bir Elit sosyolojisi. Her gün yeni icat çıkarır oldun. Garip pronounciationınla Fransız yazarları, Fransızca kitap adlarını okumaya çalıştın hep. Sen “grandes écoles” “la vie en rose” diye gevelerken benim yaşam enerjimi sömürdün farkında mısın? Geri istiyorum oğlum. Enerjimi ver bana.
Enerji dedim, demez olaydım. Şimdi “R.Şanal ile Hayata Evet”ten girip, doğal taşların mucizelerinden çıkacaksın. Akik sıçtırır, yeşim işetir, ametist kedi gibi bir insan haline dönüştürür, kuvars ne işe yarar bilmiyorum (uyduracak bir şey bulamadım) diye diye beynimi yedin. Onyx kötü taş yaklaşma ona dedin sürekli. Onyx ne ha? Benim bildiğim Pokemon’da Ash’in yol arkadaşı olan saf gibi çocuğun pokemonuydu Onyx. İşin kötüsü ben de meraklı hale geldim senin yüzünden. O kadar ay taşı aldık hani iştah kapatıyordu? Yorma beni Melike. Bit kadar beynim var zaten bir de bunlarla uğraştırıyorsun beni. Bir gün muhteşem bir toprak bükücü olacağına inanıyorum. Git çamurla falan oyna. Seramik kursuna yazıl, tabak çanak yap. Vazo yap. Enerjini bunlara yoğunlaştır tatlım. Seni düşündüğümden söylüyorum. Başka bir gayem yok inan.
Bu dünyadan mısın diye çok kez düşündüm. Uykularım kaçtı. Seninle yazmaya çalıştığımız science fiction projemiz sırasında anladım ki, sen uzaylısın. “Todereh” kavramını uydurduğumuzda sana hayranlık beslemeye başladım. Benim de bir uzaylı arkadaşım olmuştu sonunda. Yıllardır kurduğum hayal gerçekleşmişti. “Unear” gezegeninden gelmiştin sen biliyordum. Veya terminatör olmalıydın. Ürkütücü kırmızı gözün vardı. Bu yüzden rüyalarında makineler tarafından kovalanıyordun hep. Aslında makine sendin. Bilinçaltın göstermeye çalıştıkça sen reddediyordun belki de. Star Wars senin için yazılmıştı. Sen ışın kılıcınla oynayabil diyeydi bütün film. Şaka bir yana ışın kılıcı dedim de aklıma geldi. Bir akademisyen olduğunda sana ışın kılıcı hediye edeceğim. Söz veriyorum Melike.
Dostluğumuz süresince sen de benden bir şeyler kapmadın değil. “Lost”muş, “Fringe”miş bunları izlemeni sağladığım için kendimi şanslı hissediyorum. Neden bilmiyorum. Fakat, benden önce izlediğin bölümlerin en can alıcı yerlerini ya da sonlarını büyük bir şevkle bana anlattığında dünyamın yeniden karardığını bilmeni isterim. Susmayı öğren benden azıcık. Pişman olmayacaksın. “Ah be kızım be, ah be” diye yakındığın günler geride kalacak. Sana sonsuz mutluluk vaadediyorum Melike. Teklifimi iyi düşün. “İronik” ol. “Ütopik” olma. “Algıda seçicilik” yapma. “Aşağılık” görme insanları. “Yerini bil” diyeceksin belki bana ama benim yerim senin yanın.
Satırlarıma son verirken… hmm yok veda etmeyi de beceremiyormuşum. Unutma, her iyinin içinde bir kötü, her kötünün içinde bir iyi vardır. Bunu neden söyledim bilmiyorum. Canım dostum seni çok seviyorum.
Appa, yip yip!
İmza falan.
02.10.2009
01:08
0 Maruzatım olacak:
Yorum Gönder