28 Aralık 2014 Pazar

"Bu anı unutma" demiştim. "Bir gün her şey çok kötü olduğunda bu anı hatırla. Beni nasıl sevdiğini hatırla." 

Hafıza dediğin şey hop siliniveriyormuş meğerse. 


26 Aralık 2014 Cuma

2014

16 gün olmuş. 16. 
Bir kez daha güveneli ve yine ağzıma sıçılalı 16 gün. 

Bok gibi bir yıldı. Bitse de gitsek. 

1 Aralık 2014 Pazartesi

eski.

"Şimdi de böyle mi bitecek iletişimimiz?" dedin. Bitmeme ihtimali varmış gibi. 
Sen bıktığın ilişkinden kurtulurken, yaranı, belki pişmanlığını başka biri ile sarıyordun. Mutluydun. Nasıl olmayasın. Yanıbaşındaydı sonuçta. Mutlusun belki şimdi de. Yok hatta kesin öylesindir. Hatta şimdiye kadar yaşadıklarını, yaşadıklarımızı, bir zamanlar nasıl mutsuz olduğunu, nasıl hissizleştiğini, düşününce boğazının düğümlendiği anları, beni nasıl özlediğini, o daralan hastane odasını unutmuşsundur. Aklından bile geçmiyordur. Neden geçsin? İşte sen böylesin. 

Ortada hiçbirşey yokken beliriverirsin. Ben artık seninle olan anılarımın neredeyse hepsini sindirmişken, artık geri dönüş olmayacağı gerçeğini kabul edip seni içime gömmüşken, yalnız kalmayı bile göze alıp seni unutmuşken, bir anda gelip, upuzun cümleler kurup, kendini tepeden tırnağa hatırlatıp, sonra gidersin. 

Beynimin bir köşesine, minicik bi hücrenin bi milyonda biri kadar da olsa, tüm evrenin, türlü türlü galaksilerin, dördüncü beşinci boyutların birindeki bi gezegenin kum tanesi gibi de olsa, o "acaba mı?" düşüncesini tekrar hatırlattığın için nefret ediyorum senden. Birlikte mutlu olma ihtimalini, yine, bir kez daha ve mütemadiyen, hiçe sayıp, bir başkasıyla mutlu olmayı tercih ettiğin için, nefret ediyorum. 

Ve hala bencil olmadığını iddia edebiliyor olmandan, 

Geçirdiğimiz o geceden ve geçirebileceğimiz tüm gecelerin ihtimallerinden nefret ediyorum. 

16 Haziran 2014 Pazartesi

Bu da böyle bir rüyamdır

Bilmiyorum. Bilmiyorum. Hayatta bilmediğim çok şey var ama ilk kez bu kadar bilmiyorum. Elim kolum upuzun zamanlardır bağlı. Nereye uzansam kırılıp gidiyor. David Lynch filmlerindeki garip rüyalar gibi. Tuzla buz oluveriyor. Her yer karanlık. Koyu kırmızı ya da, bordo gibi, lacivert. "Koyu zayıf gösterir ama" diyemiyorum bu sefer. Renk istiyorum. Karanlıktan korkuyorum çünkü ben. Hala yatarken başucumda bir ışık  açmayı istemem bundan işte. Çok erken saatte işe gidip çok geç saatte çıktığımdan da olabilir her şeyin karanlık gelmesi. Kış vakti hafta içi bir gram gün ışığı görememiş olmamdan. Ya da uzun bir süre yağmurun abartmış olmasından ötürü. Şimdi yaz geldi. Pırıl pırıl güneş, ben yine öyle hissediyorum. Koskoca yıldızları etrafında döndüren güneşin bile ışığını kesebilen kıçı kırık bulutlar var etrafımda. 

Her şey ölümüne boktan giderken çok eskilerden bir ses duyuyorum. Çok eskilerden bir yüz. Tatlı tatlı bakıyor bana. Gülümsüyor. İşte orada dizimde yatıyor yahu. Şaka gibi. Çok başarılı bir şaka ama. Eskilerden bir şaka. 

Ama öyle gerçek ki. Araya yıllar,  upuzun yollar, başka başka şehirler, dinmez acılar, zor günler, farklı tenler girmemiş gibi. Biraz daha zorlarsam yeni nesil türk pop müziği için hit şarkı sözü oluşturabilirim hissettiklerimden. Öyle çünkü. Film gibi. Baya duygusal. Baya hüzünçlü. Oldukça farklı. Yazsam roman olur, sussam gönül razı değil. Böyle miydi bu söz? 

Bilmiyorum dedim ya işte, uçtum gittim ben. Bazı şeyler var. Gülmek gibi. Mutlu olmak gibi. Özlemek gibi. Merak gibi. Heyecan gibi. Hatırlıyorum tekrar. Hatırlamama izin vermeyen küçük detaylar aklıma geliyor birden. Sonra yine bana kara bulutlar...

26 Mayıs 2014 Pazartesi

"Yanımda yürüyordun Milena. Düşünsene yanımda yürümüştün."

25 Mayıs 2014 Pazar

"Sevgili Milena;

Yazmadığınıza bakılırsa iyi olmalısınız. Bizler çoğunlukla iyi olduğumuz zaman susarız.

F."

20 Mart 2014 Perşembe

"-yor olmak": plaza insanlarının haleti ruhiyesini anlattığı bir çeşit mastar

İş hayatında yıllanmış olmaya başlamamla birlikte iş hayatının getirdiği bütün iğrençlikler bir bir gözüme çarpmaya  başladı desem abartmış olmam. İğrençlik evet. 

Sadece yaptığı işle hayatta varolmayı becerebilmiş boş ve gereksiz insanların sırf rütbesi yüksek mertebelerde diye insanları nasıl aşağılayabildiklerini gördüm mesela. O mertebelere gelmenin tek yolunun ezikçe bir ego sergilemekten ibaret olduğunun ve başkasının ayağını  kaydırmakla gerçekleşebileceğinin farkına vardım. 

Başlı başına benim olan hayatımı ve hayat tarzımı istediğim koşullarda yaşayabilmem için bir araç olan ve bunun aslında ufak bir kısmını bile karşılayamayan "iş" olgusunu kendim için en önemli şey haline getirmiyorum diye suçlandım. Her akşam normal mesai saatinden minimum iki saat sonra iş yerinden çıkmakta ve bu fazla çalışmalarımın iş kanununa göre yasal olan maddi karşılığını da almamakta olduğum halde işime sahip çıkmadığım, yeterince fedakarlıkta bulunmadığım ve sonucunda hep başarısız olduğum ithamlarıyla yüzleşmek durumunda kaldım. 

Yine yasal olarak hakkım olan öğle yemek molamda kitap okuyorum ve fakat çalışmıyorum diye azarlandım.

Sonra ne bileyim o yüksek mertebelerdeki insanımsılar eksikliğim, geliştirilmesi gereken neyim varsa onlarım hakkında en ufak bir yorumda bulunmayarak, çalıştığım yerden gönderilme tehdidiyle üstüme gelince, üstelik direkt bana değil de çalışma arkadaşıma bunu söyleyerek beni daha da rencide edince öylece kalakaldım. İşte o an sormak istediğim tek soru şuydu; müdür müdür müdür? Ve bunun cevabını sanırım asla veremeyeceğim. Çünkü benim ideal müdürüm yer yüzünde yok. Ya da fantastik amerikan filmlerinde var. 

Ben bu tırt sektöre daha ilk girdiğimde kendime bir söz vermiştim. Ne olursa olsun etik değerlerimden, kişiliğim ve hayat tarzımdan vazgeçmeyeceğim dedim. Öyle de devam edeceğim. Sonuçta gösterdiğim çabayı ben biliyorum. Kimse görmese de ben görüyorum. Benim için önemli olan da benim. Asla içi boş, sahtekar, riyakar, dedikoducu, ayak kaydıran o iğrenç insanlardan olmayacağım. En basitinden hasta olan iş arkadaşımı  geçmiş olsun için aradığımda "bu arada müşteri riskine yönelik hayat sigortaları artık prim sistemine saymıyormuş" demeyeceğim. 

Her geçen gün daha da artan bu iğrençlikler artık sadece midemi bulandırmakla kalmıyor, kusturuyor beni. Hem de öyle bir kusturuyor ki işten erken çıkarttırıyor. Erken çıkarttığına sevindiriyor.Erken dediğim de yine 6'dan sonraya denk geliyor tabi.  

Ben asla böyle olmayacağım ama. Asla!  Ne yaparlarsa yapsınlar. Okuduğum kitapların ağırlığı, izlediğim filmlerin yoğunluğu olacak aklımda sadece. Yazdıklarım olacak, söylediklerim. Sustuklarım. 

İş yeri denen cehennem  ise koşatrak uzaklaştıklarım arasında kalacak. 

(Not: "call conference set eden"lerin de ağzına ağzına vurmak istiyorum. Suç mu?) 

Template by:
Free Blog Templates