4 Kasım 2009 Çarşamba

Babanla Nasıl Tanıştım?

Canım Oğlum,

Biliyorum, henüz yoksan da dünyaya merhaba deyip, azıcık büyüyecek ve henüz kendini odana kapatıp dizlerini göğsüne çekip ağladığın, dinlediğin metal müzikler gibi sert bir biçimde kapıyı çarparak artistlik yapacağın döneme gelmeden önce bana “Anneciğim, babamla nasıl tanıştınız, anlatsana?” diyeceksin.

Her şey Melike teyzen’in beni sabahın bir saatinde kulakları çınlatan telefon çığlığıyla uyandırmasıyla başladı. “Çok zor durumdayım, gel” deyip kapattı. Sesi heyecanlı ve tedirgindi. Hiçbir şey anlamamış olmama rağmen korkmuştum, ellerim öyle titriyordu ki göz kalemini bile süremedim. Sonra “Bugün de makyaj yapmayıvereyim” dedim ve koşarak evden çıktım.

Şu yazdıklarıma öyle bağlandım ki aslında devam ettirebilirdim oğlum, ama sadece ilgi çekmek için serpiştirdiğim bir enstantaneydi. Yukarıda yazdıklarımın hiçbiri hayatımızın hiçbir döneminde gerçekleşmedi. Hem babanla tanışma hikayemiz öyle sıra dışı olsun ki, sürekli hatırlayıp bununla gurur duy, bir ortamda anlattığında herkesin ilgisini toplayabil istedim ama seni kandırmaya gönlüm el vermedi.

Sıradan bir Perşembe sabahıydı. Yine oldukça erken uyanmış, kahvaltımı etmiş, garip sabah programlarına şöyle bir göz gezdirmiş “Ne saçma lan.” deyip televizyonu kapatmış ve anime izlemeye karar vermiştim. “Neden saçma anne?” diye sorma oğlum. Günümüz medyasına eleştiride bulundum. Umarım senin zamanında sabahları televizyonda daha nitelikli şeyler olur. Olmasa da boşver ben sana Lost’ları çekerim, izlersin. Kral dizi.

Yine yan komşunun biriyle kavga ettiğini alenen anladığım sesinden rahatsız olmuştum. “Bir insan tartışacak bu kadar fazla şeyi her gün nasıl bulabilir ?” diye 456345. kez düşünmüş ve ardından “Bizim binalarda da ses yalıtımı ne kadar yetersiz!” diyerek, bir de günümüz inşaat sektörüne gönderme yapmıştım. Sabah sabah toplumsal konulara bu derece duyarlı olmam şaşılacak şey değildi. Bunu hep yapardım oğlum. O kadar sıradan bir Perşembeydi.

Okula gitme saatimin yaklaştığını farkettiğimde, sanırım fotoğraflardan hatırlayacağın nadide kedimiz Şeker’e mama almayı unuttuğumu gördüm ve “Bugün de peynirle idare etsin” diye düşünerek mama kabına biraz peynir koydum. Vicdansız olduğumu düşünme. Psikopat olmasına rağmen peyniri çok severdi Şeker. Psikopat olmasıyla peynir sevmesinin arasında ters orantı varmış da Şeker ikisini de bünyesinde barındırmasıyla ilginç bir özelliğe sahipmiş gibi görünebilir ama alakası yok. Şeker de o Perşembe günü kadar sıradan bir kediydi. Şimdi ondan yokmuş gibi bahsetmek biraz içimi acıtıyor oğlum ama sen bunu okuduğun zamana kadar yaşamasının tıbben imkansız olduğunu bilecek kadar zekiyim.

O günün sıradanlığına yakışır bir şekilde uzunca bir süre otobüs bekledim. Birkaç kişiye yol tarif ettim. Yol tarif ederkenki sempatikliğimi gören olsaydı “Ne tatlı kız.” diye düşünebilirlerdi. Durağın yanına sere serpe uzanmış bir köpeği sevdim. Az önceki kişiler bunu da görselerdi “Kıza bak hem tatlı hem köpek seviyor.” derlerdi eminim. Nasıl bir anne olacağım bilmiyorum ama şimdi gerçekten böylesi naif duygulara sahibim oğlum.

Okula vardığımda birkaç arkadaşım “Ege Üniversitesi çok rahat, kampüsün çimlerinde içilebiliyor.” önermesini doğrularcasına şarap içiyorlardı. Biraz onlarla muhabbet ettim. Yanlarında tanımadığım bir çocuk vardı. Enteresan bir havası vardı. Çok zeki olduğu gözlerinden belli oluyordu. Beyaz tenli, siyah gibi saçlıydı. Uzun boyu ve atletik yapısı otururken bile belli oluyordu. Arkadaşlar tanıştırsın diye bekledim, hatta utanmasam “Bu arkadaş da kim?” diye soracaktım ama utandım. Kimseden tanıştırma talebi gelmeyince ben de “Derse yetişeyim bari.” diyerek ayrıldım yanlarından. “Nasılsa çıkışta görürüm onları.” diye düşündüm.

Her zaman oldukça sıkıcı olan uluslararası hukuk dersini eğlenceli kılan tek şey sınıfa giren arıdan korkan ben ve benim gibi birkaç kişinin çığlık atarak dersi kaynatma girişimimizdi. Sana söyleyebileceğim tek şey şu oğlum, üniversite okuyacaksan evet Ege Üniversitesini seç ama kesinlikle Uluslararası İlişkiler tercih etme. Ya da sen bilirsin şimdiden baskıcı anne konumuna düşmek istemem. Aslında ben seviyorum bölümümü ama hukuk dersleri akıllara zarar gerçekten. Sonunda, ben artık aşırı seviyede olan böcek fobim yüzünden bayılınca beni sınıftan çıkarmışlardı. Kendime geldiğimde yanımda olan birkaç kişi onları dersten kurtardığım için teşekkür ettiler. “Beni kimse düşünmemiş lan?” diye düşünüp üzülecektim ki o gözlerle karşılaştım. “İyi misin?” diye soruyordu. “Seni gördüm daha iyi oldum.” demenin tam sırasıydı ama nutkum tutulmuştu bir kere. Konuşamadım. “Hebelep” gibi kimi anlamsız heceler çıkarmaya çalışsam da olmadı. Zaten o gözlerin sahibi de yanımdaki diğer insanlara bir şeyler söyleyip gitti. “O kimdi?” diye bile soramadım. Yürüyecek kadar kendimi iyi hissedince de yanlarından koşarak uzaklaştım.

Koşarken Melike ve Ceren teyzeni gördüm metronun orada. Niye koştuğumu sordular ama bilmiyordum, kendimi durduramıyordum. Bana yetişmek için onlar da koşmaya başladı. Sonra fazla koşmamamızın Küçük Park yolları ve zemini açısından sağlıklı olacağını düşünerek yavaşlama kararı aldım.

Hep beraber bir yere oturduk. Nefes nefese kalmıştık. Biraz kendimize geldikten sonra her zaman yaptığımız şeyleri yaptık. Dedim ya sıradanlık diz boyuydu o Perşembe de. Derken kafeye giren çocuğa gözlerimiz takıldı. Kim acaba diye düşünürken, elinde menüyle bizim masaya gelmesiyle orada çalışan bir eleman olduğunu anladık. Melike teyzen statü düşkünü olduğu için çocukla ilgilenmeyecekti biliyordum. Tek rakibim Ceren teyzen olacaktı. Eğer o telefon gelmeseydi.

Arayan üst komşumdu. Kedimin durmadan miyavladığını, başına bir şey gelmiş olabileceğinden korktuğunu, söylüyordu. Telaşla yanlarından ayrıldım, “Acaba durakta 130 veya 330 numaralı otobüs var mıdır? Umarım çok beklemem.” diye düşünerek hızlı hızlı yürüyordum. Bir otobüsün durakta olması bir insana ne kadar mutluluk verirse o kadar sevinerek otobüse bindim oğlum. “330 da yolu çok uzatıyor” diye şikayet etmedim bu kez. Aklım Şeker’deydi.

Eve geldim, ben kapıyı açmaya çalışırken Şeker’in bir şeyleri tırmaladığını duyabiliyordum. İçeri girdim ki ne göreyim, bu saf kedi bir şekilde mama kabını ters çevirmişti, peynirleri yiyemediğinden karnı acıkmıştı ve bu yüzden duygu sömürüsü içerikli miyavlamalarını tüm apartmana duyurma girişiminde bulunmuştu. Kendimi affettirmek için geçen akşamdan kalan balıktan biraz verdim ve böylece susmasını sağlayabildim.

“Fakat Babam?” dediğini duyar gibiyim. Hayır oğlum, babanla hiç tanışmadım. Ve aslında hiç olmayacağın gerçeğini düşündükçe tüylerim ürperiyor.



4.10.2009

0 Maruzatım olacak:

Template by:
Free Blog Templates