Sustuk. Havanın serinliğini bahane ederek biraz daha yaklaştık birbirimize. Üşümüş ellerimle oynadı bir süre. Sonra uzanıp dizime yattı. Denizi seyrettik. Bir ara martılara takıldı gözleri. Kanat çırpışları heyecanlandırdı mı nedir, titredi durduğu yerde. Göz göze geldik birkaç kez, kaçırdık sonra bakışlarımızı.
Konuşmadık. Ne diyecektik ki? Ekonomiden mi bahsedecektim, işsizlik falan diye mi geveleyecektim? Politikadan konu açsam anlamazdı. Hiç olmadı "Aşk-ı Memnu da pek heyecanlı gidiyor.” diyeyim dedim yine boş bakışlarıyla karşılaştım. Tanımıyordum ki onu. Neleri sever, nelerden nefret eder, ne onu mutlu eder bilmiyordum. Sadece tahmin yürütebiliyordum.
O bankta tek başıma otururken koşarak gelmişti yanıma. İlk anda çok masum gelmişti bakışları. Yakın hissettim kendime ve normalde “Yürü git, bir sürü bank var başka yere otur.” demem gerekirken, izin verdim yanıma oturmasına. Ürkekçe ilişti bankın kenarına. O da bir sıcaklık arıyordu besbelli. Yorgunluğu okunuyordu hareketlerinden. Kim bilir kimler üzmüştü, canını yakmıştı. O anki ruh halim o derece depresif olmamasına rağmen, içime garip bir hüzün çökmesine neden olmuştu.
Yarısını yediğim gevreğimi paylaşacaktım, ilgilenmedi ama ayran daha cazip geldi herhalde ki içmek istediğini belirten hareketlerde bulundu. Ben de kıyamadım verdim.
Sessizliği bozmak istedim, “Çok iyi bildiğim bir konudan bahsedeyim de ilgisini çekebileyim” diye düşündüm çünkü o ürkek halleri birden hoşuma gitmeye başlamıştı. “Hangi uluslararası ilişkiler teorisini beğeniyorsun? Şebnem Ferah ne zaman albüm çıkaracak dersin? Dövüş Kulübü’nü izledin mi? Ohoo ben kitabını da okumuştum daha film çıkmadan. Zaten Palahniuk’u çok severim. Son kitabını alamadım ama. Baksana gevrek yiyorum. Ben istemez miydim şık bir yerde tavuk strogonof falan yiyeyim. Param yok yahu, alamadım işte. Sorma kredi kartı borcum var. E öğrenim kredisi de kesildi. Neyse ki ödemeye daha 2 sene var. Dertliyim be. Bilir misin sen ha? Böyle kaygıların oldu mu hiç?”
Konuşmaya başlamıştım. Tiradımı bitiremiyordum. Şaşkın gözlerle beni izlerken ben gözyaşlarımı daha fazla tutamadım. Hıçkırarak ağlıyor bir yandan da hala kendimi durduramayarak konuşuyordum. Anlamsızca bir konudan diğerine geçiyor, önümden geçen insanların kınayan bakışlarına aldırmak şöyle dursun, biri bir şey söylese ağzını burnunu kıracak kadar gaza gelmiştim. Fakat ilk anlarda güçlü, kendinden emin ve akıcı konuşurken giderek sesim titremeye ve cılızlaşmaya başladı. O ise esneyerek başını öbür tarafa çevirdi. Bakışlarını balık tutan sempatik bir amca üzerinde sabitledi. Onun bu umursamaz tavrına sinirlenip “Bir şey söylesene be! Ne istiyorsun benden? Geldin yanıma oturdun, ayranımı içtin, bir cevap ver en azından. Ruh hastası mısın?” diye bağırdım. Birden yerinden kalktı, mağrur bir tavırla bana baktı ve arkasını dönüp geldiği gibi koşarak o balıkçı amcanın yanına gitti. Kulaklarımda ise dudaklarından dökülen o tek kelime kaldı: “Miyav!”
07.10.2009
0 Maruzatım olacak:
Yorum Gönder