4 Kasım 2009 Çarşamba

Cevo: Hero of the New Society


Takvimler 2012’yi gösteriyordu, demek isterdim. Ama artık ortada takvim falan kalmamıştı. Marduk’un gezegenimizin dibinden geçmesinin ardından, insanlığın büyük bir kısmı yok olmuş, kalanlar da farklı bir boyuta atlamışlardı.

İnsanlık oldukça büyük bir adaptasyon sorunu yaşamaktaydı. Alışık oldukları hiçbir şey yoktu artık. Sabahlara kadar Lost, Prison Break izledikleri zamanlar, okudukları kitaplar hakkındaki uçsuz bucaksız tartışmaları, “Ben daha iyi biliyorum, hayır efendim benim bilgim en birinci” tarzı ego çarpışmaları, efsane grupların konserlerine gidip deliler gibi müzik dinledikleri günler, “Hacı Tim Burton da ne film yapmış be” ana fikirli konuşmaları çoktan geride kalmıştı. O günlere dair hatıralar hala zihinlerindeydi ama bunu ne birbirleriyle paylaşacak cesaretleri vardı, ne de hatırladıklarını tekrar canlandırabilecek kuvvete sahiptiler.

İnternet hala vardı ama o sayede ulaşılan bilgiler yok olmuştu, televizyon vardı ancak yayınlanacak hiçbir şey kalmamıştı. Notaları hatırlıyorlardı hala ama müzik nasıl bir şeydi unutmuşlardı. Öylesine yalnızlaşmışlardı ki, dilleri hafızalarından silinmiş, iletişim yeteneklerini kaybetmişlerdi. Birkaç etkileyici kelime kullanıp okuyucunun ilgisini toplayabilsem kral olurdu ama kelimelerle anlatılamayacak kadar sessiz, soğuk ve yabancı bir boyutun içindeydiler.

Fakat biri vardı ki, bu duruma boyun eğmek istemiyordu, insanların vazgeçmişliklerini gördükçe içindeki devrimci ruh uyanmaya başlıyordu. Bir şeyler yapmalıydı. Kurtarmalıydı kendini bu durumdan, böylece tüm insanlık kurtulacaktı.

O insan Cevo’ydu. Tüm bilgilerin efendisiydi. Bir kuş, yo yo bir uçak, o bir süper kahramandı. Yalnızca bunu henüz kimse bilmiyordu.

Cevo öncelikle herkese ulaşabileceği bir platform seçmek istedi. Uzun analizler sonucunda bunun internet olması gerektiğine karar verdi. Önceki hayatında en fazla hakim olduğu alandı ne de olsa.

İlk olarak Wikipedia’yı kurdu yeniden. Bütün bilgilerini yazdı oraya. Sonra Ekşi Sözlük’ü doldurdu sınır tanımaz fikirleriyle. İmdb’yi oluşturdu. Tüm sinema bilgilerini aktardı. Sonra Google’ı icat etti ki insanlar hemen bulsun aradığını. Facebook’u yarattı. Herkesin fotoğrafını çekip, yüzlerce profil oluşturdu, birbirleriyle arkadaş olmalarını sağladı. Birkaç şakalı video çekip paylaştı bunları kendi profilinde. İnsanlar gördükçe merak edip devam ettirmeye başladı bu paylaşım olayını. Msn’i de kurduktan sonra artık sorunlara online çözümler de getirebiliyordu. Her daim online oluyordu ki insanlar istediği zaman ulaşabilsin. Bir de divx için altyazı sitesi oluşturmalıydı. Evet henüz hiç film yoktu piyasada ama Cevo aradığı tüm altyazıları bulmalıydı yine de.

Mp3 sitesi de oluşturmak istedi fakat henüz müzik denen kavram ortaya çıkmamıştı. Bunun için biraz yardıma ihtiyacı vardı Cevo’nun. Kalan az sayıda insanı araştırmaya başladı. Eskiden müzisyen olan birilerini bulmak istiyordu. Böylece hatırlatmak daha kolay olacaktı ruhun gıdası diye tabir edilen kavramı.

Cevo kimseye ulaşamıyordu. İnsanlar gittikçe daha asosyal bir hal alıyorlardı. Aslında toplum kavramı da yok olduğundan asosyal tabiri yanlış görünebilir ama yerine koyacak başka bir şey bulamadım. Ümitsizliğin dibine vurduğu bir anda Cevo mucize gibi bir şey yaşadı, gördüklerine inanamadı. Bu olabilir miydi?

Oydu evet, yanlış görmüyordu. Hayatta kalan az sayıda insandan biri de oydu. Ama aslında buna şaşırmamalıydı bu kadar, çünkü eski hayatlarında da bir ilahtı o. Yok olmaması gereken biriydi zaten. Evet Cevo’nun bitkin halde, bir ağaç altında bulduğu bu insan Mike Portnoy’du. İçinde kaybolmaya yüz tutmuş o şevk yeniden canlandı bir anda. Konuşmaya çalıştı, ne denli iyi bir davulcu olduğunu anlattı ona. Orda burda bulduğu damacanalarla bir iki ritm gösterdi üstada. Mike kendine geliyordu yavaş yavaş. Müziğin temeli olan ritm oluşmaya başlıyordu artık. İnsanlar el çırparak falan eşlik ediyorlardı. Cevo, “şu şarkıda hayvani bi davul solo var” diyerek arkadaşlarıyla yaptığı müzik muhabbetlerini hatırladıkça daha bir gayretle çalışıyordu.

Dream Theater’ın diğer üyelerini bulmuştu bu arada. Hep birlikte oldukça derin bir kuyunun dibinde saklandıklarını, Petrucci’nin avlanmaya çıktığında onu fark etmesiyle öğrendi Cevo. Notaları öğretti onlara. Ve Dream Theater içgüdüsel olarak çalmaya başladı The Dance Of Eternity’den Home’a kadar tüm parçalarını. Yine Cevo’nun inşa ettiği Cevahir Live Rock Bar adlı mekanda her Çarşamba ve Cuma program yapıyorlardı. İnsanlar zevkle dinliyordu DT’yi.

Müziği yeniden insanlara aşılamanın mutluluğuyla, bir gün deniz kenarında yürürken Gregory House’u gördü Cevo. Dizinin tüm senaryosunu ona anlatmanın tam zamanıydı. House hafızasını kaybetmiş olmasına rağmen giderek bir aydınlanma yaşıyordu kahramanımız sayesinde. Önceki yaşamındaki tecrübelerinin de etkisiyle çabuk toparlandı. Böylece yeni boyutun ilk dizisi de oluşmuş oldu.

Sadece popüler kültürle olmayacaktı. Cevo bildiği tüm iktisat teorilerini bir defterde topladı. Cevahir Üniversitesi’ni kurdu ve bunları gelenlere öğretmeye başladı.

Nargile ve 50lik birayı da unutmadı tabii ki. Meraklılarına nargileden nasıl nefes çekmesi gerektiğini, birayı nasıl soğuk muhafaza edeceklerini söyledi. Sorulardan asla sıkılmıyordu, sevecenlikle yanıtlıyordu insanları. Çok geçmeden “o son kadehi içmeyecektik müdür!” cümleleri yankılanmaya başlamıştı sokaklarda.

Başarmıştı! İnsanlık eski haline dönüyordu! Ne zaman dışarı çıkıp yürümeye başlasa bir tanıdık görüp yanına oturabiliyor, zaman sınırlaması olmadan muhabbet edebiliyordu artık. Mutluydu Cevo. Yüzündeki gururlu gülümsemesiyle, batan güneşe doğru yürürken arkasında bıraktığı insanlar “In Cevo We Trust” pankartlarıyla anıyordu bu anlamlı mücadelenin mimarını. Cevo’nun ise aklında tek bir cümle vardı; “Yes,we can!”




0 Maruzatım olacak:

Template by:
Free Blog Templates