9 Kasım 2009 Pazartesi

Kullan-At

Kışı hiç sevmiyorum. Soğuyan havayla beraber insanlıklar da üşümeye başlıyor. Spesifik bir şey söyleyemedim çünkü herkeste farklı acayiplikler kendini gösteriyor.

Kasım, sonbahar falan değil ayrıca, bildiğin kış. Kimi günler bir ceket alıp çıkabilecek kadar güzelken hava, başka bir gün “Yok hacı yağmaz bence.” deyip akşam sırılsıklam ve üstün başın çamur içinde eve dönmene sebebiyet verebilecek kadar ayarsız oluyor. Bu dengesizliği soğukluğunu gizleyemiyor yine de. Kasım’ın tüm soğukluğunu iliklerime kadar hissedebiliyorum.

Bir “Kasımda aşk başkadır.” yerleşmiş milletin ağzına. Nasıl da heyecanlılar. Bana sorarsan Kasım oynak bir fahişeden başka bir şey değil. En büyük ayrılıklar da bu ayda yaşanıyor. Bunun en yakın şahidi de benimdir herhalde.

İşte yine biri ağlıyor. Kim bilir hangi öküz kırdı kalbini, bıraktı gitti, aldattı ya da… Ağlayan insana hiç dayanamam bilenler bilir. Hemen silmek isterim gözyaşlarını. Elimde olsa ben de ağlarım onunla. Hey, yapma işte. Niye ağlıyorsun? Kaldır kafanı, yere eğmeni gerektirecek bir şey yapmadın. Sevdin sadece. Utanma. Bırak o utansın. Kendisinden başka kimseyi sevemeyecek olmasından utansın. Şimdi böyle diyorum ama sırf seni teselli etmek için. Yoksa onun zerre umrunda değilsin biliyor musun? Yine devam edecek hayatına. Başkalarını da ağlatacak suratındaki lanet olası gülümsemesiyle. Her haltı yiyecek. Bir an bile aklına gelmeyeceksin. Aramayacak diyorum. Özür bile dilemeyecek. O yüzden ağlama. Neyse ki ben buradayım. Al al çekinme sil şunları.

Senden daha beter durumda olanlar var. Çaresiz gibi yağmurda yürüyen şu tipe bak. Lan yaz gelse de şu yağmur hüznü yapan tipler yok olsa. Üstü başı çamur olmuş farkında değil. “Sana noluyor? Bırak naparsa yapsın.” deme. Ben hassasım bu konularda biliyorsun. Meslek icabı.

Al bu da grip olmuş. Kafan taşıyamayacağın kadar ağır geliyor. Gözlerini zor açıyorsun, görüyorum. Yatıp dinlensen, sıcak bir ıhlamur falan içsen bir şeyin kalmayacak. Ah şapşal, hapşur hadi. Tutmak zararlıymış hem. Sil ellerini de. Dert etme.

Boku gelmiş bunun da. Durma sıç. Öyle her tuvalette yapamıyorsun değil mi? “Ya tuvalet kağıdı yoksa?” tedirginliğindesin farkındayım. Her tuvalet kağıdını da beğenmezsin. İlla ki 4 katlı olacak. Adileri kıçına yapışıveriyor. Ama sen tedarikli adamsın. Sıkma canını hem ben buradayım her zaman. Bir an bile tereddüt etme. Sıç. Sil. Sifonu çek. Sonra hiç sıçmıyormuşsun gibi, bu an hiç yaşanmamış gibi gülümse. Sanattan, edebiyattan falan bahset çevrendekilere. Git sevgilini öp. Az önce kıçını sildiğin ellerinle dokun vücuduna.

İşte bazı kağıtlar, üzerine yazılan destanlar sayesinde yüzyıllarca okunuyor, bazıları sabırlı bir ressam tarafından bir sanat eserine dönüşüp, saygıyla sergileniyor. Bazıları ise ancak senin kıçını silebiliyor ne yazık ki. Böyle zamanlarda biraz utanmıyor değilim ama en azından işe yaradığımı düşünüp telkin ediyorum kendimi.

İyi ki varım hakikaten. Sen, evet sen, bak paçalarına çamur bulaşmış. Temizle hadi. Bak sen de üstüne de bir şey dökmüşsün. İyice leke yapmadan şöyle bir alıver ıslaklığını. Seni hınzır, burnun akmış senin de, ben olmasam sümükten parlayan ağzınla dolanıp duracaksın. Hadi al beni. Sil sümüğünü. Kullan, buruştur ve at çöpe. Birkaç saniyeliğine de olsa en sevdiğin ve en çok ihtiyaç duyduğun peçeten olduğumu düşüneceğim ben yine. Sen yürümeye devam et tertemiz yüzünle.




09 Kasım 2009

0 Maruzatım olacak:

Template by:
Free Blog Templates