Aslında uzun zamandır yazıyorum. Uzun dediysem liseden beri falan. O zamanlar tabi her ergen genç kız gibi günlük tutardım. İlk birkaç defter oldukça dandikti. Saklamaya bile değer bulmadım onları. “Ay aşık olduğum çocuk bana baktı. Çok mutluyum. Annemle babam kavga etti. Çok üzgünüm. Sınavdan 85 aldım. Ama herkes aldı. Bunda değişik bir şey yok.” şeklinde, okusanız sıkıntıdan patlayacağınız şeylerdi. Zira ben patladım, bir ara tekrar okuyayım dediğimde. Vücudum mekanik bir sistemle tekrar birleştirildi. İnsan değilim ben. Şaka şaka insanım.
Sonraki defterime baktığımda biraz büyümüş olduğumu fark ettim. Kendimi daha iyi ifade etmeye başlamışım. Hatta rüyalarımdan hikayeler oluşturmuşum falan. Ama saklı kaldı onlar hep. Çok çok iyi bir şey çıkardığımı düşündüğümde, Nilay ve Canan diye iki arkadaşım vardı, (Şimdi nasıllardır kimbilir, Canan’ı Facebook’tan bulmuştum ama pek görüşme heveslisi olmadık, çünkü küs ayrılmıştık, Nilay’dan ise hiç haberim yok.) onlarla paylaşıyordum. Ama böyle süpersonik olursa. “Bunu kesin beğenirler dediğim” zaman. Çünkü hep dediğim gibi yazdıklarımı paylaşma konusunda çok cesaretsiz bir insandım. Aslında hala güvenmiyorum kalemime ama yazarken eğleniyorum, eğlendiğim şeyleri saklamak istemiyorum, bir nebze aştım kendimi bu konuda.
İşte yazdıklarımın biraz daha geliştiğini fark ettiğim zaman, böyle küçük mektuplar falan yazıp vermeye başladım arkadaşlarıma. Bildiğin mektuplaşır olduk sınıftan sınıfa. Çok şakalı günlerdi. Esprili sonlu hikayeler, hüzünbaz denemeler falan. Hiç şiir yazmadım ama. Göğsümü gere gere söylerim. “Yapamayacağı şeylere bulaşmamalı insanlar.”
Tabi her lise öğrencisi gibi ben de kompozisyon yazıyordum. Hoca ödev veriyordu. Zor olmuyordu yazmak. Severek yapıyordum ama okunmayacağını biliyordum. Onun rahatlığı vardı belki. Bir gün edebiyat hocamız bir değişiklik yaptı. İsimlerini okuyacaklarım tahtaya çıkıp yazdıklarını okuyacak dedi. Tedirgin oldum. Yazmıştım tabi. Ödevlerini her zaman cumadan bitiren, hafta sonu da gezip tozan, sorumlu bir öğrenciydim. Sanki saklanınca adımı okumayacakmış gibi, önümde oturan şişman gibi arkadaşımın arkasına sığındım. Göz göze gelmemeye çalıştım hocayla. Ama evet, elbette o sözcükler döküldü dudaklarından. 6824 Eylem. (6824 Okul numaramdı doğru anladınız. O zamanlar numarayla isim yan yana söylenince müzik dünyasından antipatik ve gereksiz bir popçu daha siliniyor diye bir inanış vardı. O sebepten. Şaka şaka yoktu. Zira insanlar hala Serdar Ortaç dinliyor.)
Ürkerek tahtaya çıktım. Kaç defa korkusuz bir savaşçı gibi matematik problemleri çözdüğüm o tahtanın önünde şimdi titriyordum, olacak iş miydi? Ama varsın olsundu. Madem bu işten kaçış yok mecburen okuyacaktım. Konu neydi tam hatırlamıyorum. Ha sanırım “Okumaya nasıl başladığınızı hikayeleştirin.” gibi bir şeydi.
Sesim titreyerek başladım okumaya. Sonradan biraz düzeldi ses tonum, normal seyrine yaklaştı. Bitirip de kafamı kaldırdığımda sınıftaki insanlar gülümsüyor, hoca şaşkınlıkla bana bakıyordu. “E sen çok iyi yazmışsın.” dedi. “Teşekkür ederim hocam.” dedim, her zamanki kibarlığımla. Hafif sert mizaçlı bir kadındı. O yüzden çekinirdik hep ondan. “Çıkışta yanıma gel. Şimdi otur.” dedi. Tırstım. Ama oturdum. Çıkışta da yanına gittim.
Elime birkaç yaprak tutuşturdu. “Bu okul gazetesi.” dedi. “Biliyorum hocam, okuyorum zaten.” dedim. “İyi, artık yazacaksın da.” dedi. “Hocam yapmayın etmeyin, ben beceremem, elinizi vicdanınıza koyun.” dedim. Dediysem de dinletemedim.
Bunlar olduğunda lise 2’deydim. Lise sonda Öss telaşı yüzünden yazmayı bıraktım. Ama ilk yazımın basılmasını, küçük de olsa bir kitleye ulaşmasını sağlayan hocam, hep edebiyat ile alakalı bir bölüm okumam gerektiğini söylerdi bana. Ben de isterdim. Olmadı. Olsa belki beceremeyecektim bilmiyorum. Şimdi böyle yazıyorum, harbiden edebiyattan anlayanlar kızıyordur. Önüne gelen de yazıyor falan diyorlardır. Ama valla benden daha kötüler de var kızmayın. Hem boğazınızı sıkmıyorum ya okuyun okuyun diye. Zaten edebi değeri olduğunu da iddia etmiyorum. Edemem. Öyle çıkıveriyor kelimeler ne yapayım. Bakın, bütün dahi gibi insanlara “Bundan bir bok olmaz.” demişler ama adamlar ortalığı yıkmış. Naber?
0 Maruzatım olacak:
Yorum Gönder