Bir adam vardı, canı sıkılan. Her sabah değişik müzikli alarmı ile kalkardı rahat yatağından. Belki hafif bir kahvaltı eder, geniş ekranlı televizyonundan belgeseller falan izlerdi. Çok okurdu, çok yazardı ama yazmayı çok da becerdiği söylenemezdi. Stresten sırtında oluşan ağrılardı en büyük rahatsızlığı. Ondan da birkaç günde bir yaptığı egzersizlerle kurtulabiliyordu.
Pahalı, güzel, ferah mekanlarda kahve içmek en sevdiği şeylerden biriydi. Gezmeyi severdi. Değişik yerler keşfederdi, arkadaşlarını da götürürdü oralara her zaman.
Sosyaldi. Sevilen bir insandı. Aklınıza gelebilecek bir çok sanat dalını değişik zamanlarda kendisine hobi edindi. Bir dönem tiyatroyla ilgilendi mesela. Bir süre ney çaldı. Şarkı söylemeye çalıştı. Resim yapmaya bile kalktı. Olmadı.
Son tutkusu ise fotoğraftı. Önce hoş manzaralar, kedi köpek gibi sevimli hayvanlarla ilgilendi. Sonra çevresindekileri fotoğrafladı. Son zamanlarda ise sokaktaki insanların sıradan halleriyle ilgilenir olmuştu. Dilenciler, mendil satan çocuklar, yaşlı teyzeler, esnaf amcalar. Üzerinde ışığında, gölgesinde falan biraz oynama yapınca da şahane fotoğraflar ortaya çıkıyordu. İşte üzerindeki pis battaniye ile sokakta yatan adam yeni çalışması için güzel bir malzemeydi. Yeni aldığı kaliteli makinesiyle, birkaç deneme yaptıktan sonra istediği görüntüyü elde etti. Artık huzurla yoluna devam edebilirdi.
Bir adam vardı, canının sıkılması için hiç fırsatı olmadı. Çok yoruldu, çok üşüdü. O gün ne yiyeceğini, nerede uyuyacağını düşündü. Sokağın bir köşesine kıvrılıp battaniyesini üstüne örterken, yine uyuduğu gibi uyanacağı, yine yarın olacağı geldi aklına. Gözlerini yumdu sımsıkı. Kim bilir kaçıncı kez “Bu uyku bitmesin.” diye diledi. Uyanmamalıydı çünkü uyanmazsa acıkmazdı.
22 Mart 2010
Not: Fikir için Ezgi’ye teşekkürler.
0 Maruzatım olacak:
Yorum Gönder