2 Şubat 2010 Salı

Ne Acayip Değil Mi?


Gözlerine buğulu bir bakış yerleştirerek uzaklara baktı. Temiz havayı derin derin soludu. “Ne acayip değil mi?” dedi. Kendi çapında edebi olduğunu sandığı birkaç cümleyi arka arkaya sıraladı. “Dalgalar.. aslında onların da kendi içinde bir melodisi var. Sanırsın hep aynı ritmle kıyıya vuruyorlar. Oysa öyle değil.” diyerek ortamdaki hüzünlü havayı iyice pekiştirdi.

Manasız bakışlarımı ona doğru çevirerek. “Doğru, acayip olabilir gerçekten.” diye düşündüm. Kendimi oldukça sığ hissettim. O bu cümleleri kurmadan önce karnımın ne kadar acıkmış olduğuyla ilgili muhasebe yapıyordum iç dünyamda. Bu düşüncemi çok ayıpladım. Yanaklarım kızardı utancımdan. Ben de puslu gibi bakmaya çalışarak dalgalara çevirdim gözlerimi.

“Ne acayip değil mi?” insanlarını bilirsiniz. Her zaman düşünceli ve melankoliktirler. Mutluyken bile garip bir hüzün vardır tavırlarında. Kimsenin bilmediği duygusal gibi şarkılar dinleyip (Eric Clapton olabilir misal), tütsü falan yakarlar. Yine kimsenin bilmediği şiirlerden alıntı yaparlar konuşmalarında. Uzaktan bakınca çok manalı gibi duran ama aslında bi şeye benzemeyen kişisel iletiler yazarlar. İnsanların bunları şaşkınlık ve hayranlıkla okuyup yorum yapmasını isterler. Herkesin hayatında vardır bu türlerden. Benim de vardı işte. Yanında kendimi ezik hissetmemden başka bir işe yaramıyordu ama yine de hayatımdaydı.

“Ne acayip değil mi?” insanı birden bana doğru dönerek film izleme talebinde bulundu. Sesi heyecanlı olduğu kadar sinir bozucu bir huzur da barındırıyordu. Bu fikri kabul etmekten başka çarem yoktu. Bu türlere çok da karşı konulmazdı zira. Nemli deniz havasını, iyot kokusuyla beraber içimize çekerken yavaş adımlarla eve doğru yürümeye başladık. Onun yanında ben de böyle betimlemeler, süslü kelimeler kullanıyordum. Kullandığımı sanıyordum.

Eve geldiğimizde şarkı söyler gibi cıvıldayarak “Sen yiyecek bir şeyler hazırla, ben de film seçeyim.” dedi. “Hay hay!” diyerek mutfağa koştum. Buzdolabını açtım. Kayda değer herhangi bir şey yoktu. Buzdolabının boşluğu iç dünyamı simgeliyordu adeta. Ne acayip değil mi? Kapağı zarif bir hamleyle kapattım. O an “Burger King” numarasının yazılı olduğu magneti gördüm. Ne acayip değil mi? Alt tarafı bir fast food restoranı der geçersin. Oysa türlü türlü menüler barındırıyor bünyesinde.

Büyük seçim bir menüde karar kıldım. “Ne acayip değil mi?” insanına da fikrimi beyan edip, tavsiyelerde bulundum. Oldukça eksantrik bir menü seçerek yine kendimi kötü hissetmemi sağladı. Ketçap mayonez yetmiyormuş gibi, ranch sos, barbekü sos diye bir şeyler geveledi. Az önce tavsiyelerde bulunan, büyük zorluklara göğüs germiş ben, iki büklüm olmuştum karşısında.

Telefona doğru giderek, yanından uzaklaştım. “Burger King” diye telefonu açan kibar sese siparişlerimizi söyledim. Yemeğimizin gelmesini beklerken “Ne acayip değil mi?” insanı seçtiği film, yönetmen ve oyuncular hakkında çeşitli bilgiler verdi, aydınlanmam için açıklamalar yaptı. Gerçekten aydınlanmış hissettim. Sonra karnımdan gelen, epey acıkmış olduğum sinyalini veren sesle o büyük aydınlanma, loş bir ışığa dönüştü. Kapının çalmasıyla içimde yeniden bir uyanış, böyle bir kıpırtı, heyecan oluştu. Ne acayip değil mi? Yemek için yaşar mı insan? Yaşamak için yemek lazım oysa ki…

Sonsuz bir zevkle hamburgerimden ısırırken, “Ne acayip değil mi?” insanının fast foodu kınayan, İtalyan mutfağını yücelten cümleleri kulaklarımı tırmalıyordu. “Ne acayip değil mi?” tavrı ruhuma hükmediyordu yavaş yavaş, farkındaydım. Bir patates kızartması dilimini alıp uzun uzun inceledim. “Ne acayip değil mi?” diyebileceğim bir yorum yapmak istedim ama bu kez beceremedim. Sonra uzaklara daldım. Fonda onun sesi vardı. Hala konuşuyordu.

Patatesi ağzıma atıp, yavaşça çiğnedim. Güzeldi. İç sesim yeniden kendini buldu ve “Ne acayip değil mi?” insanının sesini bastırarak dile geldi: “Neresi acayip lan, patates işte. Daya ketçabı mayonezi, oh mis!”


0 Maruzatım olacak:

Template by:
Free Blog Templates