21 Şubat 2010 Pazar

5 Yaşındayım

Çocuğum ben hala.

Soranlara “5 yaşındayım.” diyesim geliyor. Pahalı oyuncakların yüzüne bakmayıp, taşla toprakla, çer çöple oynamak istiyorum.

Yapabileceğimi bilsem, biri “Aman ne tatlı!” deyince annemin bacaklarının arkasına saklanırım. Kızarmış yanaklarımı gizlerim ellerimle.

Komşuların zillerine basıp kaçmak istiyorum bazen. Belki birinin bahçesine dalmak, o büyük dut ağacına tırmanamayıp, henüz olmamış meyveleri uzunca bir sopayla düşürmeye çalışmak…

Tanıdık birileri Almanya’dan değişik paketli çikolata getirse gizlice aşırırım yine mesela. Ve onların Almanca konuşan çocuklarını şaşkınlıkla seyrederim.

Bağıra çağıra oyun oynayasım da var sokaklarda. Mahallenin en yaşlı teyzesinin rahatsız olacağını bile bile, çıkarabileceğim en yüksek sesle çığlıklar atmak istiyorum. Sesimi oyun arkadaşıma duyurmaktan ziyade şımarıklık yapmak için, kafamızdan aşağı bi kova su döküleceğinden emin olarak.

Anlamsız şeylere kahkahalarla gülerim, düşüp dizimi yaraladığımda deli gibi canım acımasına rağmen ağlamayıp, babam işe giderken göz yaşlarına boğulurum belki yine. Akşam döndüğünde arkasına sakladığı gofreti kapmaya çalışırken akıttığım o yaşlardan eser kalmaz bile.

Diyorum ya çocuğum ben.

Toz toprak üstüm başım. Burnumu gömleğimin koluna siliyorum hala. Pisliğimden gocunmuyorum.

Aklıma gelen ilk soruyu sormak istiyorum sonuçlarını düşünmeden, çekinmeden. Arada ağzımdan küfürler kaçsın, annem de ağzımın ortasına yapıştırsın bi tane. Hatalar da çözümleri gibi basit olsun böyle.

Kocaman şekerleme kavanozunu kucağıma alıp aralıksız yiyorum, en sevdiğim çizgi filmi izlerken. Dişlerimin çürüyeceğini söyleyenlere aldırmıyorum. Önce mavi olanlardan atayım ağzıma, sonra turuncu gibi meyvelilerden. Kırmızıları da merak ederim ki. Hatta birkaç kez başa döner bu döngü. Bir bakmışım, elimin altında buruşturulmuş rengarenk şekerleme kağıtlarıyla uyuyakalmışım. Şekerlemeler kadar tatlı rüyalar görüyorum çoktan. Kırk yılda bir kabus gördüğümde annemle babamın arasında yerim hazır nasılsa, biliyorum. O huzurla dayıyorum başımı yastığa her gece.

Çocuğum işte.

Telaşla kaçırıyorum gözlerimi öpüşenleri görünce. Bir gün dudaklarım bir başkasınınkiyle buluşunca ne yapacağımı bilmiyorum, üzerine düşünmüyorum bile.

Televizyonda sevişme sahnesi görünce ellerimle gözlerimi kapatıyorum. Parmaklarımın arasından gizlice bakıyorum. Utanıyorum hala.

5 yaşındayım.

Pırıl pırıl gözlerimi kocaman açarak merakla bakıyorum dünyaya. Öğrendiğim her yeni şey tarifsiz bir heyecan yaratıyor. Gözlerimi yakmayan bebek şampuanı gibi kokuyorum.

O halimin üstünden kaç yıl geçtiğinin, artık gördüklerime şaşırmamaya başladığımın, bebek şampuanı yerine iğrenç sigara dumanı koktuğumun, o dumanın gözlerimi nasıl yaktığının yani ne kadar hırpalandığımın önemi yok.

Şu an aklımı sadece dolaptaki meyveli pasta kurcalıyor. Vişneleri sevmiyorum mesela. Tabağımdaki dilimde vişne olursa kenara ayırırım. Diğerlerini yerim ama. Krema ne kadar lezzetli bir şey. Biraz daha yememe izin verirler mi ki? Yavaş mı yesem? Yok. İşte son lokma geliyor.

Of! Güzel şeyler neden çabuk bitiyor?


21 Şubat 2010

2 Maruzatım olacak:

egemavisi dedi ki...

Herkes bir parçasını bulacaktır bu yazıda. İçindeki çocuğun hep beş yaşında kalması dileğiyle...

Neredeyse Kafasız Nick dedi ki...

Teşekkür ederim. Umarım hepimiz biraz çocuk kalabiliriz. :)

Template by:
Free Blog Templates