(Numaraya takılmayın, böyle bir şey işte.)
Final tatilinin 2 hafta sonra başlayacağını ve bunların gireceğim son finaller olacağını idrak etmemle beraber bir garip telaş, heyecan ve hüzün sarmaladı bünyemi. Hiç yaz okuluna kalmadığımı, 1 yıl hazırlık okuduğumu, 1 yıl da uzattığımı hesaba katarsak, 12 dönemdir öğrenciyim. (“Hööö 12 mi?! Haaaa dönem…” dediniz biliyorum 6 yılı, 12 dönem şeklinde yazdım, öyle küçük bir şaşırtmaç idi.) 1 ay sonra "Öğrenciyim." diyemeyeceğimi düşünmek çok garip geliyor. Hayır Ege! (Ege derken, üniversite anlamında.) Böyle kolay çıkamazsın hayatımdan. O kadar şey paylaştık, o kadar yıl. Bir kalemde silip atacaksın demek? “Mezunsun, başarılarının devamını dilerim.” Hop! Bitti, gitti. Senin bu yaptığın ünversiteliğe sığar mı Ege sığar mı?
Üniversitedeki en güzel, en komik, en şakalı, en geyik, en kötü, en yorucu, en saçma, en acayip günlerimden ilerleyen zamanlarda bilahare bahsederim. Şimdi aslında anlatmak istediğim şu; 12 dönemdir öğrenciyseniz (Ya da 6 yıl, bir daha söyleyeyim.) belediye otobüsleri hayatınızın vazgeçilmez bir parçası haline geliyor.
Hesap yapmayı hiç beceremem, çünkü ben sayısalcı değilim. Mühendis kafam da yok. Sayısalcı olaydım yapardım. Bana vereceksin makale ben onu okuyacağım, üzerinde biraz düşüneceğim, sonra belki kendim yazacağım bir şeyler. Ben buyum. Ama yine de kabataslak bir hesap yapmak gerekirse, şu 6 yıl boyunca (12 dönem evet, tekrar etmeyeceğim, şaka şaka edeceğim, hoşuma gidiyor haha.) haftanın 5 günü okula gittiğimizi varsayarsak, (Bu dönem 3 gün gidiyorum ama ortalama olsun onu da hesaba katarsam işin içinden hiç çıkamam.) 40 dakikadan (Benim bu kadar sürüyor. Siz kendi dakikanızı yazın buraya.) gidiş dönüş 80 dakika eder. Çarp 5’le, etti mi 400 dakika. Bir yılda kaç hafta var? 52, ama 3 ay tatil desek ki bu 12 hafta ediyor, yılın 30 haftası okula gidiyoruz. 30la da 400ü çarpınca, işte Eylem’in 6. yılı!
Neyse işte epey bir vaktimiz otobüste geçiyor. Eskiden bu zamanın boşa gitmiş olduğunu düşünürdüm. Eskiden dediysem bugüne kadar. Bugün fark ettim, bir aydınlanma yaşadım kendi içimde. Çünkü telefonum epeydir bozuk olduğundan müzik dinleyemiyorum. Sadece bir şeyler okuyorum otobüste. Tabi ters oturmuyorsam. Hem ters oturup hem okursam midem bulanıyor. Bugün aksilik bu ya okuyacak bir şey de yoktu yanımda. Kitabımı almamışım. Gazete de yoktu. Uykusuz’u giderken okuyup bitirmiştim. Dönerken yapacak bir şeyim kalmadığından düşündüm sadece.
Şimdiye dek defalarca otobüs kaçırdım. Bir o kadar da son anda yetiştiğim oldu. Ayakta kaldım çok kez. Şans eseri yer bulduğum zaman ise, yeterince yaşlı bir başkasına yer verdim. Bazen çok tenha olurdu otobüs, rahat rahat otururdum. Bazense tıklım tıklım. Mesela dün sınava giderken çok aşırı dolu olduğu için binemedim, üstüne yarım saat daha bekledim. Bir de o var mesela. Çok bekledim otobüs. Beklemediklerim birkaç kez geçerken, binmeye niyetlendiğim asla zamanında gelmedi.
Kimi şoförlerle çok iyi geçinirdim. Sürekli aynı hatta gidip geldiğim, aynı saatlerde bindiğim için tanıyorlardı artık beni. Bazıları sevimliliğime dayanamayıp gizlice “Geç geç basma kent kart.” bile demişlerdir. Tabi çılgın olanları da yok değildi. Ya çok hızlı ya çok yavaş giderlerdi. Kimileri radyoyu falan açardı. O dönemki popüler şarkılara eşlik edenini bile hatırlıyorum. “Eee?” Demeyin. Otobüs bu. Dolmuş değil ki.
Sonra defalarca kavgaya şahit oldum. Özellikle geç saatlerde dönerken, ya da çok kalabalıksa. Ha deli gibi öpüşen çiftler de görmedim değil. Onların teyzelerin kınayan bakışlarına aldırmamaları kadar teyzeler de benim sırıtmamdan bir şey anlamadılar. Teyze dedim de, onlar garip bir tür. Ne çok yaşlılar, ne de orta yaşlı sayılabilirler. Aslında ayakta durabilirler. Ama yer vermezsen terbiyesiz olursun. Muhtemelen günden falan dönüyorlardır. Bütün gün oturup, tıkınmışlardır. Çayları bile ayağına gelmiştir. Yine de oturmak isterler çılgıncasına. Bu karşı koyamadıkları oturma isteklerini geçtim, üstüne kaç kez azar işittim telefon kullanıyorum diye. Neymiş efendim, otobüslerde telefon yasakmış. Üniversiteli olmuşuz da okuma yazmamız yok muymuş. (Bu da kuraldır, yazısız hukuk kuralı, naparsan yap, eğer hoşlarına gitmiyorsa “Bir de üniversiteli olacak!” derler her daim.) Bir keresinde, telefonun otobüse bir etkisi olmadığını söylemişti Elektrik Elektronik Mühendisliği okuyan bir arkadaşım. Ben de ona güvenerek sakınmadan mesajlaştım otobüslerde. Evet yolda kaldığım oldu bir iki kez ama bence telefondan dolayı değildi. Değildi işte bana ne.
Bak çok cici yaşlılarla da tanışıp, sohbet etmişliğim oldu. Öğrenci olduğumu anlayıp elimdeki kitapları taşımak isteyenlerden tutun da, benimle yaşıt torununun resmini gösterenlere kadar. Nerede okuduğumu sorup “Uluslararası İlişkiler” cevabını aldıklarında, bölümümün ne ile ilgili olduğunu biraz bilenlerle hemen, hiç bilmeyenlerle ise “E bitirince ne olacaksın?” sorusunun ardından, Türk siyasetini tartıştım çok kez. Onların politik stratejilerini dinledim. Güldüm, eğlendim. Seviyorum yaşlıları. Yaşlı gibileri değil. Gerçekten yaşlıları.
Hiç kimseyle konuşmayıp hüzünle dışarıyı seyrettim bazen. Yanımdan arabayla geçenlere sitem ettim içten içe. Otobüslerde çürüyen ömrüme lanet ettim akabinde. Bornova’dan Karşıyaka’ya giderken Bayraklı’nın orda böyle bir büyük köprü gibi, geçit gibi bir şey vardır. Hah onun en yüksek noktasına geldiğinizde deniz görünür. Hele böyle akşamüstü dönüyorsan, güneş batıyordur falan. O görüntü süperdir. 5 dakika önce otobüse küfreden ben, o manzarayı görünce leydi gibi olurum. “O kadar da kötü değil aslında lan!” derim. Lan diyorum ben. Öyle bir leydiyim.
Ah otobüs aşklarından söz etmeme hiç gerek yok sanırım. Bunu herkes bilir. Herkes de yaşamıştır. “Baktı, valla bakıyor. Güldü mü? Yok. Fark etti galiba beni. Etmedi mi? Heyy evet sana bakıyorum dostum. Aaa valla güldü. Nereye gidiyor acaba? Şu kitabı şöyle tutayım, belki ilgisini çeker. Müziğin de sesini açayım.(Müzik dinleyebildiğim zamanlarda.) Tüh iniyor. Ben de mi insem? Amaaan boşver. Hmm şu körükte duran çocuk da tatlıymış aslında. Baktı, valla bakıyor…” şeklinde bir döngüdür bu. Ayıp değildir. Eğlencelidir.
Konuşmalarına kulak misafiri olduğum arkamda oturan çiftlerden, arkadaşlardan falan da özür dilerim. Şaka şaka dilemem çünkü bunu da eğlenerek yaptım ben. Hehe. “Nolmuş? Acaba sonra ne dedi? Ben olsam şöyle yapardım ah söyleyemiyorum ki.” şeklinde düşüncelere gark oldum kimi zaman, evet. Problemli çiftler umarım barışmıştır. Eğlenceli kankalar umarım hala kankadır.
Ay çok hüzünlendim şimdi bak. İyisi mi yazımı burada noktalayayım. Dur, şu ilerde noktalayacağım. Sözün özü ey dostlarım, şimdi dönüp baktığımda diyebileceğim odur ki, otobüsleri seviyorum. “Emen yine hayatımdan 40 dakika gitti boşu boşuna.” dediğim zamanlar hiç de çöpe gitmemiş. Bundan sonra öğrenci olmayacaksam da otobüsler hep hayatımda kalacak. Çünkü uzun bir süre şahsi bir araç edinemeyeceğimi biliyorum. Ama olur da bir gün arabam olursa bile seveceğim otobüsleri.
Yanından geçerken falan şöyle bir selam çakacağım. Babacan, bir tavırla gülümseyip, “Oo hacı nağber ya?” diyeceğim.