1 Ağustos 2010 Pazar

Bardakta Mısır


Kapıyı iki kez tıklattı. Yanıt gelmedi. Tekrar, ısrarlı olduğunu belirtircesine, üç kez daha tıklattı, kulağını kapıya dayadı. İçeriden gelebilecek sesleri duymayı bekledi, duyamadı. Kapının koluna gitti eli. Yavaşça açmaya çalıştı ve kilitli olduğunu gördü. Bu an Türkçe dublajlı bir Amerikan aksiyon filminin heyecanlı bir sahnesi olsaydı, orijinal hali yerine, tok bir Tamer Karadağlı sesiyle “Kahretsin!” duyulması muhtemel bir küfrü sarfetti.

Başarılı bir dedektif olan Korkut o adamı derhal bulmalıydı. Ülke çapında hızla yayılan o virüsten insanları kurtarabilecek tek insan oydu. Johnny Muhsin Talker’dı. Korkut, bu davayı soruşturmaya başlayalı beri adamla ilgili her şeyi araştırmıştı. Adının Johnny olduğuna bakmayın. Baba tarafı öz be öz Türktü. Kayseriliydiler. Annesi ise Amerikan asıllıydı. Bir yandan Amerikan diğer yandan asıllı ne kadar olunabiliyorsa o kadar Amerikan asıllıydı. Johnny Muhsin ülkenin en zengin, en ünlü, en zeki adamlarından biriydi. 4 masterı, 3 doktorası vardı. Bir kaç tane de lisans macerasına sahipti. Önce veterinerlik kazanmış, ilk sene çok çalışıp notlarını yüksek tutup yatay geçişle işletme bölümüne geçmişti. İşletme bölümünün insanları işletmekten ibaret olduğunu sanan Johnny Muhsin, telefon aracılığıyla arkadaşlarını işletme denemelerinin süregelen başarısızlığından sonra orayı da bırakıp genetik mühendisliği okumaya karar vermişti. Aynı zamanda özel bir üniversitede konservatuvar da okumuştu. Neyse böyle acayip bir insandı işte.

Johnny Muhsin son dönemde devletin gizlice yürüttüğü genetiği değiştirilmiş organizmalarla ilgi bir projede danışmanlık yapmaktaydı. Taa ki projede çalışmakta olan bir stajyerin küçük bir dalgınlığı sonucu bardakta satılan mısırları inceledikleri o platformda kısa devre olup da büyük bir patlama gerçekleşene kadar. Bu patlamayla ortaya çıkan o virüs yüzünden çevredeki tüm insanların genetiği değişmişti. Renkleri sararmış, ten kokuları bardakta mısır kokusuna dönüşmüştü. Yanınızda yürüyen insan boyutlarında koca bir bardak mısır olduğunu hayal edin. İşte öyleydi. Ve bu virüs akıl almaz bir hızla büyüyüp dağılıyordu. Bu kadar hızlı olmasının nedeni kahkaha yoluyla insandan insana bulaşmasıydı. Genetiği değişmiş bir insan ne zaman bir kahkaha atsa etrafındaki genetiği değişmemiş en yakın insanın da genetiği değişiveriyordu.

Devlet önlem almak adına ülkedeki tüm komikleri 87. bölge adını verdikleri yerde, tüm gülmeye meyilli insanları 91. bölgede karantina altına aldı. Arada kalan bölgelerin akıbeti hiç bilinemedi. Cem Yılmaz videoları yasaklandı. Akıllı Tv izleyen emekli babalara ağır yaptırımlar uygulandı. Yiğit Özgür’ün karikatürleri imha edildi. Umut Sarıkaya yazı yazmadı. Çok da şakalı olmayan hikayeler anlatıp kendi çaplarında kahkahalar atan ebeveynler için de yeni bir ceza yönetmeliği çıkarıldı.

Kısa bir süre içinde tam bir kaos ve ciddiyet hakim hale gelmişti ülkede.

Tabi bu durumda dedikodular da hızla yayılmıştı. Johnny Muhsin’in bu işi çözebileceği, virüsün panzehirinin ne olduğunu bildiği cümleleri kulaktan kulağa dolaşıyordu. Ancak patlamanın hemen ardından Johnny Muhsin ortadan kaybolmuştu. İşte bu yüzden devlet onu bulması için dedektif Korkut’u görevlendirmişti. Fakat her gittiği kapıdan eli boş dönmüştü Korkut. Sanki adam yer yarılmış da içine girmişti.

Korkut birkaç gün sonra daha sağlam bir istihbarat aldı. Johnny Muhsin emekli asker olan babası sayesinde girebildiği orduevlerinden birinde 1 liraya 50lik bira içerken görülmüştü. Derhal tüm takım taklavatı toplayıp orduevine gitti ama askeri kimliği olmadığı için onu içeri almadılar. O da gece gündüz demedi kapının önünde bekledi. Nasıl olsa Johnny Muhsin bir şekilde dışarı çıkacaktı. Sonsuza kadar orada kalamazdı.

Nitekim düşündüğü gibi de oldu. Johnny Muhsin, anlam veremeyeceğiniz bir gizlilik içinde, kafasında fötr şapka ve gözlükleriyle kapıdan çıktığı andan itibaren Korkut tarafından izlenmeye başladı. Taksiye dur anlamında el hareketi yaparkenki tedirgin halleri gözden kaçmıyordu. Korkut da arabasını çalıştırdı. Kalkarken debriyajdan ayağını hızla çektiği için araba stop etti. Ve dahi Starbucks’dan aldığı kahvesini de döktü üzerine. Biraz yandı ama yine de öndeki taksiyi takip etmeliydi.

Taksi köhne bir binanın önünde durdu. Johnny Muhsin hızla binaya girdi. Korkut onu iş üstünde yakalayabilmek için biraz bekledi. Sonra silahını çıkararak içeri girmeye koyuldu. Mekan labirent gibiydi bir kapı diğerini açıyor, merdivenler durmadan dönerek bodrum kata doğru iniyordu.

Açtığı kapının son kapı olduğunu bilmeden ama öyleymişçesine bir heyecanla kolu çevirdi. Gördüğü manzara karşısında adeta nutku tutulmuştu Korkut’un. Bu anı daha iyi anlamanız için biraz susuyorum…

Hıh devam edebiliriz.

Karşısındaki görüntü Facebook’ta falan rastlayacağınız “15 saniye izleyen kustu” şeklindeki videolardan belki daha iğrençti. En az görüntü kadar iğrenç olan bir başka şey de ortamdaki kokuydu. Çürümüş bardakta mısır kokusu. Yanınızda insan büyüklüğünde dev bardakta mısır olduğunu ve bunların günlerce bekleyip çürümüş olduğunu hayal edin. İşte öyleydi.

Genetiği değişmiş insanlar, bardak mısıra dönüşmüş ve cansız bedenleriyle yerlerde, eski, derisi aşınmış koltuklarda yatmaktaydı. Johnny Muhsin Talker kendinden geçmiş bir şekilde bir tane insanın ayak parmaklarını koparıp iştahla yiyordu.

O kadar dalmıştı ki, Korkut’un ilk “Ehem ehem” efektini duymadı. İkinci kez daha yüksek sesle “Ehem ehem” dedi. Kaygıyla arkasına dönüp baktı Johnny Muhsin. Dedektif en az adı kadar korkutmuştu yaşlı adamı. Gözlerindeki gerilim okunabiliyordu. “Durun. Tutuklusunuz.” dedi Korkut soğukkanlılıkla. Johnny Muhsin çaresiz uzattı bileklerini. Kelepçe zayıf bileklerinde ağırlaşmıştı.

Korkut “Neden yaptınız bunu? Biz sizden çare umuyorduk. Bu sorunu çözersiniz sanıyorduk. Ha konuşmama hakkına sahipsiniz tabi. Ama neden? Anlam veremiyorum? Neden?” Diye sordu. Johnny Muhsin “Ne yapayım bardakta mısırı çok seviyordum. Dayanamadım. Onlar yanımda yürüdükçe hepsini yiyesim geliyordu. Sonunda dayanamadım yedim zaten. Onların bu kusurlu hallerinden faydalandım. Ama çok lezzetli ya. Pişmanım tabi de yine olsa yine yerim heralde. Öyle kokmasınlar onlar da banane!” dedi. Korkut şoke olmuştu. Bu nasıl bir rahatlıktı böyle. Bu kadar zeki, zengin, görgülü bir adam nasıl olup da insan yiyebiliyordu? Bardakta mısır renginde ve kokusunda olsalar da insan insandı. “Peki gerçekten virüsün yayılmasını nasıl önleyeceğimizi biliyor musunuz?” diye sordu. Johnny Muhsin “Elbette bunun tek bir yolu var. O da bir şişe zeytinyağına bir litre kola döküp karıştırıp onunla yıkanmanız. Böylece tüm virüslerden arınmış olacak insanlar.” diye cevap verdi. “Tabi bu bilgiyi hep sakladım. İştahıma, pisboğazlığıma yenik düştüm. Affedin.” Diye ekledi. “Buna mahkeme karar verecek.” dedi Korkut. Johnny Muhsin’in kolundan tutarak yavaşça dışarı çıkardı. Tüm gazeteciler oradaydı. Durmadan fotoğraflarını çekip, Korkut’la röportaj yapmaya ve mümkün olduğunca bilgi almaya çalışıyorlardı.

Korkut arabada döktüğü kahvenin acısını çıkarırcasına gazetecilerden bol kremalı bir mocha getirmelerini istedi ve olayları biraz da abartarak anlatmaya başladı. Ertesi gün gazetelerde “Dedektif Korkut efsanesi!” “Korkut Johnny Muhsin’i korkuttu!” “Kralsın Korkut!” şeklinde manşetler yayınlanmıştı. Korkut bir anda ülkece sevilen bir kahraman haline dönüştü.

Aradan birkaç ay geçti. Virüs tamamen yok olmuştu. Artık sokaklarda kahkahalar çınlıyordu.

Her toplumsal önemi olan olayı film yapıp kazanç sağlamaya çalışan Türk film yapımcıları bu tantanalı zamanların da filmini çekme kararı aldı. Korkut’u Tamer Karadağlı oynadı.

0 Maruzatım olacak:

Template by:
Free Blog Templates