23 Kasım 2011 Çarşamba

Rüyalar Gerçek Olsa (ya da olmasa)

Rüyalar çok acayip değil mi? Hele benimkiler. Öyle gerçekmişçesine yaşıyorum ki. Uyandığımda bazen gerçekliğe odaklanmakta zorlanıyorum. Rüyalarımdan hikaye yazdığım oluyor bazen. Bazen sadece rüyamı anlatsam roman oluyor.

Harry Potter’da rüya görmeme iksiri vardı. Bir keresinde Voldemort’la geçen zor bir kapışma sonrası hemşire Harry’ye o iksirden içirip, uyutmuştu onu. Bazen öyle bir şey olsa keşke diyorum. Çünkü o kadar fazla rüya görüyorum ki her daim zihnim yorgun uyanıyorum.

Ya da rüyalarımızı kontrol edebilsek ne güzel olurdu. Böyle bir şey olabiliyormuş aslında bir ara okudum falan ama sonra üzerinde durmadım. Üşengeç bi insanım ben. Başladığım şeyi bitirdiğim de nadir görülmüştür zaten. Bir kitaplar ve filmler söz konusu olduğunda, bir de üniversitedeyken ödevler falan varsa sonunu getirmişimdir başladıklarımın. Ama bazen öyle rüyalar görüyorum ki hiç bitmesin istiyorum. Ya da sonunu görmek istiyorum. Göremeden uyanıyorum.

Dün gece yine bitmesin istediğim rüyalardan birini gördüm. O kadar gerçekçiydi ki. Rüyada koku hissedilebilir mi? Ben hissettim mesela. Dokundum. Her şey çok netti. Çok güzeldi. Hani uyanırsın, anlarsın gerçek değil. Gözlerini sımsıkı kapatırsın geri dönmek istersin. Dönemezsin. Rüyadayken kendini iyi hissettiğin kadar kötü hissedersin kendini bi anda.

Baş ağrısı da cabası. Bir rüya gününüzü piç etmeye yeter mi? Yetebiliyor.

22 Kasım 2011 Salı

Bi gün

Tamamen aklımdan çıkacağın, düşündüğümde burnumun direğinin sızlamayacağı, düşünmek zorunda kalmayacağım zamanlar da gelecek. Biliyorum.

20 Kasım 2011 Pazar

Aslında

Birinin elini tutmak benim için çok önemli bi şeydi. Kimse bunu anlamadı.

Hey gidi

Bi keresinde sırf "Çişim geldi" dedim diye bana aşık olan bi çocuk vardı.

18 Kasım 2011 Cuma

Reamonn - Sometimes

Sinir harbi

Ben hepinizi ayrı ayrı düşünmek zorunda mıyım? Hepinize ayrı ayrı üzülmek zorunda mıyım lan? Siz siktirin gidin hayatımdan!

Hepiniz başka bir ayağını kırdınız oturduğum sandalyenin.
Hepiniz ayrı bir duvarını yıktınız evimin.

Önce benden bir enkaz yarattınız, sonra yarattığınız eseri beğenmeyip şikayet ettiniz. Şimdi ne yapacaksınız? Bu yıkıntıyı mı yağmalayacaksınız? Doymadınız mı lan?

Gelmeyin. Ben bana yeterim. Ben benimle olan insanlarla kendime yeterim.

O sandalye kırıldı ben ayağa kalktım. O ev yıkıldı ben yenisini yapmaya çalışıyorum şimdi. Siktirin gidin çok ciddiyim. Giderken de bi zahmet kapıyı çekin.

12 Kasım 2011 Cumartesi

Kitaplık


Kitaplığında seri halinde kitapları bulunan insanlara ön yargıyla yaklaşıyorum sanırım. Benim için kitaplık çok önemli bi şeydir. Çok özenmişimdir kendi kitaplığıma. Büyütmek için de elimden geleni yapıyorum. Şu an sergileyemediğim bi koli kitabım daha var mesela, yer ve kitaplık ebatından ötürü koyamıyorum oraya, içim cız ediyor. Kendi evim olunca ilk işim daha büyük bir kitaplık almak olacak.

Neyse gelelim şu seri kitap olayına. Dünya klasikleri serisi falan mesela, böyle alınıp da oraya konulmuş kitaplar sırf süs içinmiş gibi geliyor bana, okudularsa bile ne bileyim. Öyle işte.

Bi de ben çok bencilimdir kitap konusunda. Normalde paylaşımcı bir insan olmama rağmen kimseye ödünç vermem kitaplarımı. Yani şöyle bi şey, eğer birine kitabımı verdiysem bu ona çok fazla değer veriyorum anlamına gelir. Vermediysem değer vermiyorum anlamına gelmez elbette ama eğer verdiysem hani siz hesap edin aradaki o minik farkı. Kimseden kitap da almam ben. Biri bi kitap önerdiyse o hafta aç gezerim, dışarı çıkmam, çok bi şey içmem gider alırım mesela o kitabı. Başladığım kitabı da bitiririm her türlü. Sevmediysem uzun sürse bile bitiririm. Prensip meselesi işte. Ne yapayım?

Şimdi bunu niye yazdım bilmiyorum. Sanırım yavaş yavaş kendime bir "yapılacaklar listesi" oluşturuyorum. Yaz kızım:

1: Daha büyük bir kitaplık alınacak.

11 Kasım 2011 Cuma

Budapeşte'de Tek Başına

O zamanlara dair unuttuğum belki çok şey var ama bi şeyi asla unutmam. Budapeşte’de yalnız kalışımı.

O gün işten izin almıştım. Taksi şöförüne çat pat bir Macarca’yla istasyona gitmek istediğimi anlattım. Macarlarda da garip bi huy var bizdeki gibi, anlamasalar da konuşmaya çalışıyorlar. Ve işin kötüsü benim yaşadığım şehirde İngilizce bilen çok az insan vardı. Taksici amca yol boyu bana bir şeyler anlattı. Sadece gülümseyebildim. Öğrendiğim birkaç temel cümleyle nereli olduğumu, orda ne iş yaptığımı falan söyleyebildim neyse ki. Fakat ben bir konuşsam o bin konuşuyordu. Çok komikti.

Trende karşıma çok hoş bir kadın oturdu. Ben diyeyim 60 siz diyin 70 yaşlarında. Çat pat İngilizce konuşabiliyordu. Benim de İngilizce bildiğimi okuduğum kitaptan anlamış olacak ki, 3 saat boyunca ara sıra muhabbet edebildik.

Ben aslında yalnız kalmayacaktım. Onunla olacaktım. Yolda onun uçağı kaçırdığını ve gelemeyeceğini öğrendim. Oysa kalacağımız otel, her şey hazırdı. Ben gidecektim. O da bi kaç saat sonra orada olacaktı. Önce çok üzüldüm, sonra ertesi güne yeniden bilet aldığını öğrenince mutlu oldum. Fakat o gün tek başıma kalacaktım. Yapacak bir şeyler bulmalıydım. Hepsinden önce oteli bulmalıydım. Metroyla şehir merkezine geldikten sonra en iyi taksiciler bilir diyerek otelin olduğu sokağı sordum. Yine Türk kafalı bir taksiciye denk gelmiş olacağım ki, otel normalde yürüyebileceğim bir mesafedeyken, valla tam bilmiyorum o sokak çok uzun, bi de ters yön mers yön diyerek taksiyle götürmeye ikna etti beni. Tabi kazıklandım. Ufak bir tartışma da yaşadım kendisiylen. Sonra al nalet olsun diyerek attım yüzüne parayı.

Otele gittim. Odama yerleştim. Saat henüz erkendi. Çıktım marketten bi şeyler aldım. (Bu arada otel apart tarzı bir yerdi hani yemeğini falan kendin pişir kendin ye yapacağın türden.) Geldim odaya, yedim. Televizyon izledim. Dedim böyle olmayacak, giyindim, attım kendimi sokaklara. Deak Ferenc meydanından girdim, gezmediğim sokak kalmadı. Hediyeler aldım ufak tefek. Sonra nehir kıyısına çıktım. Yürüdüm. Oturdum sevimli bi kafede kahve içtim. İnsanları izledim. Yalnızken hep oynadığım bir oyun vardır. İnsanların düşüncelerini ve hayatlarını tahmin etmek. “Bu adam kesin bankacı falan. Yorulmuş belli ki. Tabi iş çıkışı malum.” “Bu kız sevgilisini bekliyor olmalı üzgün gibi ama.” “Ne tatlı bi çift, keşke yaşlanınca ben de olsam. Kesin torunları da vardır bunların.” şeklinde düşüncelerle epey vakit geçirdim. Yazdım.

Sonra çıktım ordan otele doğru yürümeye başladım. Bu arada tam önümde İngilizce konuşan bi grup belirdi. Kızlı erkekli yaklaşık 10 kişiydiler. Çok eğleniyorlardı. Yanlarından geçerken gülümsedim. Sonra “Şimdi otele gidip napacağım?” diye düşünerek, onlara katılıp katılamayacağımı sordum. Tabi dediler. Takıldım peşlerine. Amerika’dan Avrupa’yı gezmeye gelmiş öğrenci bir gruptu bunlar. Ve iki-üç günlüğüne Budapeşte’deydiler. Sohbet, kahkaha, her şey çok eğlenceliydi. 2 ayrı mekanda 2 farklı aromalı palinka içtim onlarla. Bu arada palinka şimdiye kadar içtiğim içkiler arasında en sertlerden biri. Hatta ilk içtiğimde boğazım öyle bi yanmıştı ki bi süre sesim çıkmamıştı. 2 tanesi çakır keyif olmanıza, 4 tanesi sarhoş olmanıza yeter. 5’den sonrası flulaşabilir öyle diyeyim. Ben de kendimi kaybetmeden geceye noktayı koydum. İnsanlara elveda deyip tekrar otelime döndüm.

Ben otel yaşamını çok severim. Temiz çarşaflar. Güzel, bakımlı odalar, yaşanmışlıklar (demeyeni dövüyorlarmış), ne bileyim bana hep çekici gelir. Hatta işe başlayınca, arada bir para biriktirip, güzel bi otelde kalmak gibi bi hayalim de var. Sığ belki ama var işte. O gece öyle huzurlu uyudum ki. Üstelik odamın penceresi, hani tavandan yere kadar olan büyük geniş pencerelerdendi, çok güzel bir bahçeye bakıyordu. Açtım perdeleri, bahçenin ışıklarını ve yıldızları seyrederek uyudum.

Sonra uyandım. Sonra uyandım. Sonra? Sonrasını hatırlamıyorum.

9 Kasım 2011 Çarşamba

İyi bir dostum "Hatıralarının yerini değiştir." demişti bana. Öyle yapıyorum.

5 Kasım 2011 Cumartesi

Valla iyi bakıyorum kendime artık.

2 Kasım 2011 Çarşamba

Kıçın Açıkta Kalması Sendromu

Kampta ilk günümüzdü. Ne kampıydı bilmiyorum ama bende çadırda kalacağımız hissi uyanmıştı. Ancak kalacağımız yere gidince gördük ki burası çok şirin minik bir daireydi ve tek odası vardı. Bu yüzden ya kuzenim ya ben kalacaktık, mantıksız bi şekilde aynı anda kalmamız imkansızdı. Biz de bunu belli bir düzene oturtmaya karar verdik. Bir gece o, bir gece ben şeklinde olacaktı. Ne kadar kalacağımız da belirsizdi üstelik. Belirli olan bir şey varsa o da o gece kuzenimin dairede kalacak olmasıydı. Ben kendime bütün gece yapacak bir şeyler bulmalıydım. Şöyle biraz dolaştım. Etrafta pek Türk yoktu. Genelde çoğunluk İskandinav'dı. Arada İtalyan ve İspanyollar'a da rastlıyordunuz. Güzel bir yere benziyordu burası. Ağaçlık, havası temiz ama biraz karanlık ve ürkütücüydü.

Bari bilgisayarımı alayım bütün gece film falan izlerim diye düşünerek eve geri döndüm. Kuzenim kaybolmuştu. Bütün evde(yani bütün odada) aradım, ne bir iz ne bir not hiçbir şey bırakmadan gitmişti. Hızla odadan çıktım, bilgisayarımı da almayı unutmadım.

Ağaçların arasında koşuştururken kardeşime rastladım. “Aa sen de mi buradasın?” demeye kalmadan “Abla gel bak sana bir şey göstereceğim” dedi . “Neymiş?” demeye kalmadan cebinden ufak bir şişe çıkardı. Şurup şişesine benziyordu. İçinde ne renk olduğunu göremediğim bir sıvı vardı. “Bunu buldum, içelim mi?” dedi. “Ne ki o?” demeye kalmadan ilk yudumu kafaya dikti. Hemen ardından ben de hızla şişeyi elinden alıp bir yudum içtim. İşte olanlar o anda oldu. Birden bire kardeşimin tüm uzuvları yer değiştirmeye başladı. Kafasından ayak, ellerinden saç, ayaktan boyun, boynun bi kısmından bel kıvrımı falan oluştu. “Noluyor lan?” demeye kalmadan aynısının bende de olduğunu gördüm.

Kardeşim muhteşem bir soğukkanlılık ve bilgelikle, “Bunu Fringe departmanına bildirmeliyiz” dedi. Dedim “Onlar Amerika’da nasıl yapacağız?” “Elbette bu kampta bir Amerikalı da vardır.” dedi. Kardeşimin görmeyeli bu kadar zekileşmiş olması beni şaşırtıyordu. “Peki” dedim ve peşinden gittim. Bu arada içtiğimiz sıvı hakkında bilgiler veriyordu bana. “Eğer bundan bi yudum daha içersek ölebiliriz, o yüzden içmeyelim.” diyordu. Tüm bunları nerden bildiğini sormak istedim, ağzım ayağımın altında olduğu için, ve o esnada koştuğum için dediğim anlaşılmadı. Etrafa bakınırken kardeşim gözden kayboldu. Uzaktan sesini duydum. “Abla Fringe…” dedi. Devamında ne söylediğini hiç öğrenemedim. Çünkü uyandım.

Saçma rüyalarımdan bir kesit okudunuz.

Template by:
Free Blog Templates