29 Ağustos 2011 Pazartesi

TIG Kurumu

“Türk Irkını Güzelleştirme (TIG) Kurumu” Kurulması ile İlgili Yasa Tasarısı

Öncelikle böyle bir kurum kurulacak. Kuruldu mu? Tamam. Şimdi işleyişinden bahsedelim ne dersiniz?

TIG Kurumu devlete bağlı çalıştığı gibi KPSS puan türüne göre, güzel gızlar, yauşuklu erkekler arasından atama yapılacak. Herhangi bir yaş sınırı aranmayacak ve adaylar genel olarak modeller, eski Türkiye güzelleri, stil danışmanları, doğal güzel ve yakışıklı yeni mezunlar arasından falan seçilecek.

Bu uzmanlar, öncelikle kadın ve erkekler için belirli bir güzellik kriteri oluşturacak. Ağız burun şöyle, vücut tipi şöyle, eller ayaklar falan derken her şeyi tek tek belirtecekler. Bu kriterlerin hepsi toplamda 100 puan edecek.

Sonra tüm bekar kişiler tek tek analiz edilecek ve bu kriter üzerinden puanlanacaklar. (Hali hazırda evli olanlar, çocuk yapmış olanlar, boşanmış, eşi ölmüş vs. fark etmez, doğurganlığı ve üretkenliği olan her birey için yapılacak bu analiz.)

Analize göre 70 ila 100 puan alan kişiler “Çocuk yapabilir” belgesine sahip olacaklar.

Ancaaaak, iş bunla bitmeyecek. TIG Kurumu’nun içinde ayrıca oluşturulan Çöpçatanlık Birimi, güzellik analizinden başarılı puan almış kişileri karakterleri, eğitimleri, sosyal statüleri, ve zeka seviyelerine göre birbirine eşleştirmek amacıyla çalışmalarda bulunacak ve birbirlerine uygun kişiler bir araya getirilecek. Zaten onlar aşık olur bence hemen ama olmazlarsa da 3 kere tekrar başvurma hakkı olacak bu kişilerin. Yine de olmazsa bu kişilere yeni eş adayı bulunmayacak, kendi hallerine bırakılacak. Gidip çirkinle evlenin napalım yani.

Neyse. Eşini bulup evlenen güzel (hem kadın hem erkek için güzel sıfatını kullanıyorum yanlış anlaşılmasın) ebeveyn adaylarımıza çocuk yapmaları için teşvikte bulunulacak. Mesela bez-mama masrafını kurum karşılayacak. Ya da atıyorum okul masrafları gibi. Tabi bu teşvikler hem güzellik hem zeka olarak üstün olanlara daha fazla olup, kriterlere uygunluğun derecesine göre daha az olabilecek. Hak yenmesin şimdi.

Eş adayını üç seferde bulamayan kişilere ise istediği kişiyle evlenme hakkı verilecek ancak mümkünse çocuk yapmama şartı konulacak. Şimdi sen güzelsin gittin tipsizle evlendin, ortaya çıkacak meyvenin günahı ne? Türk halkı böyle güzelleşmez. Amaaa buna da bir çözümümüz var elbette. Bu çiftler de zaten doğurulmuş ama terkedilmiş bebeklerden evlat edinebilecekler. Böylece bir taşla iki kuş vurulacak.

Gelelim, bu güzellik analizinden yeterli puan alamayanlara. Bunlar için de bir Sevimlilik Sınavı yapılacak. Sınavı başarıyla geçenler, “güzel değil ama sevimli” “yakışıklı değil ama sempatik” kontenjanından, yine kendi statülerine uygun kişileri seçip hayatlarına devam edebilecekler. Ve çocuk da yapabilecekler. Sevimlilik güzeldir. Güzel bir gülümseme, tatlı dil, sempatik ve içten tavırlar her zaman için önemli bir ayrıcalıktır çünkü. Buna ek olarak, güzellere uygulanan çocuk teşviki daha az ölçülerde olmak üzere sevimlilere de uygulanacak. Böylece “güzel değil ama sempatik” bir ırk olabiliriz en azından.

Son olarak, ne güzellik ne de sevimlilik kriterlerini karşılamayanlar da birbirleriyle evlendirilecek. İsterlerse sonsuza kadar seks yapacaklar ama asla çocuk doğuramayacaklar. Yine isterlerse evlatlık alabilecekler ama çirkin bebekler onlara verilecek. (Not: Bence bebeğin de çirkini vardır.) Bir istisna hariç. Eğer kişi çok çirkin ve fakat çok zekiyse bu engellemeden muaf olacak çünkü Türk ırkının zekileşmeye de ihtiyacı var.

Yazarın notu: Şimdi güzellik görecelidir falan diyenler olabilir. Evet öyledir ama çirkinlik değildir. Hem çirkin hem salak bi insanın tavşanlar gibi üremesi çok gereksizdir, artık bu işe bir dur demek gerekir.

Ayrıca bkz: ESS-EYS

Bu son olsun tamam mı sevgili kendim?

Gidişinden nefret ediyorum. Hiç gelmeyişinden daha çok. Sana dair aklımda kalan son sahneden nefret ediyorum. Bacağımda bıraktığın hala geçmeyen izden. Kaçışından nefret ediyorum en çok. Beni dinlemeyişinden. Seni rüyamda görmekten nefret ediyorum. Hala fotoğraflarına bakıyor olmaktan nefret ediyorum. Gittiğim her yerde sana ait bi şey olmasından nefret ediyorum. Seninle ilgili her şeyi hatırlamaktan. Yapamadığımız onca şeyi yalnız yapmaktan. Sigaradan daha çok nefret ediyorum artık. Kırık yatağımdan. Kolundaki beni bile hatırlamaktan. Nolur çık artık aklımdan. Hayatımdan çıktığın gibi. Nefret ediyorum seni unutamamaktan.

26 Ağustos 2011 Cuma

Benim N'lerim

En iyi tasarım: Kediler ve Kitaplar

En güncel: Pek Güzel Şeyler

En kendini Anlatan: Pucca

En akıcı:

En güldüren: Jove


En eleştiren: Pink Freud

En bilgilendiren: Pek Güzel Şeyler


En dost: Peyton Sawyer Ruhlu Kız, Desperate Houswife,

En yaratıcı: Desperate Houswife


İlk aklıma gelenleri ve genelde sık takip ettiklerimi yazdım. Unuttuklarım olduysa, ki olmuştur, affola. Hatırladıkça eklerim bayramın ilk gününe kadar. Bu arada bazılarınızın blog adını yazdım ama link verdiğim için bişey olmaz. :)

Yeni Aşık Olacaklara Tavsiyeler

Olmayın.

21 Ağustos 2011 Pazar

Ayrılığın Evreleri

Gün gelir bitmez denen bir ilişki daha sona erer. Acısıyla tatlısıyla yaşanan şeyler, bir noktada, bir tarafın ya da her iki tarafın isteğiyle, bazen de olağanüstü sebeplerle bitiverir. İşte ayrılık denen saçma sapan bu süreç kendi içinde evrelere ayrılır. Şimdi isterseniz kısaca bunlardan bahsedelim. Bahsedelim mi? Bahsedelim.

Birinci evre

Bu evrede ayrılık fikrine bir türlü alışılmaz. Ayrılmak istenmez. Sürekli ağlanır. Yemek yiyememe ve uyuyamama gibi yan etkiler söz konusu olacaktır. Son bir çabayla karşı tarafı tekrar aramalar, yalvarmalar, mesaj atmalar, durup durup düşünmeler, yok ben yapamam böyle diyip tekrar denemeler bir yere varmayacaktır. Çünkü iş ayrılık raddesine geldiyse zaten yapacak fazla bir şey kalmamış demektir. Ama yine de kabullenmesi çok zordur.

İkinci evre

Birinci evreyi başarıyla, bayılmadan etmeden, geceyi acilde geçirmeden falan atlatınca ikinci evreye geçilir. Gerçi başarısız da olunsa bi şey fark etmez. Bu evre üzülme evresidir. Artık ayrılık kabullenilmiş ancak ”Neden oldu? Keşke olmasaydı.” denilmeye başlanmıştır. Eski mesajlar, msn logları, fotoğraflar bu evrede didik didik edilir. ”Bana bunları demişti şimdi nasıl oluyor da?” denir, cümlenin devamı getirilmez. Anlam verilemez. Çok üzülünür. Çok özlenir. Sabahları ağlayarak uyanabilmek mümkündür. Çünkü rüyada o görülmüştür muhtemelen. Yatarken ağlamak da zaten ritüel haline dönüşmüştür. Yemek yiyememe bu evrede de devam eder. Romantik gibi, ayrılık temalı gibi filmler izlenir, karakterler kişinin kendiyle, olaylar yaşadıklarıyla özdeşleştirilir. Haftanın büyük kısmında evden çıkılmaz. Zaruri ihtiyaçlar hariç pek konuşulmaz. Pijama bu evrenin resmi giysisidir. Genelde hep o giyilir.

Üçüncü evre

Üçüncü evrede kişi artık olanları birilerine anlatma ihtiyacı duyar. Daha önce “Boşver, oldu işte, halim yok” diyerek anlatmayı reddettiği şeyleri şimdi durmaksızın anlatmak arkadaşlarının fikirlerini almak ister. Arkadaşları genelde “üzülme, zaten mutsuzdun” falan der. Ama üzülünür yine. Hem şimdi eskisinden daha mutsuzdur. Genelde kendini anlayan ve onun düşüncelerine yakın şeyler söyleyen insanlarla konuşur. Böyle yüzeysel yüzeysel, sığ sığ, sinir bozucu şeyler söyleyenleri siler mesela direkt. Ağzını burnunu kırmak ister. Gizliden gizliye karşı tarafın arayacağı inancı hala vardır içinde ama bunu saklar. Kendinden de saklar. Bazen onun arkadaşlarına “İyi mi, napıyor?” falan diye sorarken hisseder gibi olur sonra yine yok sayar.

Dördüncü evre

Bu evrede herhangi bir telefon, bir haber gelmeyeceğini tamamiyle idrak eden kişimiz artık harekete geçmesi, kendine bir çeki düzen vermesi gerektiğini düşünür. Fotoğraflar toparlanır, anısı olan şeyler falan, hediyeler vs. bir kutuya konur, onun verdiği kitaplar kaldırılır, arkadaşlarla daha çok zaman geçirilir, artık ondan bahsedilmez. Bu evrede sarhoş olma yüzdesi diğer evrelere oranla daha azdır ama yine de vardır. Tabi öyle eşyaları meşyaları toplamakla olmaz bu işler. Mesela atıyorum, perdeyi de yırtıp atması gerekir ona bakarsan. Yatağını falan da. Belediye otobüslerini patlatması gerekir, sinemaları yıkması, kafeleri kapatması, sahildeki çimleri kökünden koparması gerekir, ayaklarını kesmesi ya da, ellerini kırması, saçlarını kazıtması gerekir. Hepsinde bi dokunuşu vardır çünkü. Ama burada güçlü olmak devreye girer. Yapılmaz tabi öyle şeyler. Ağlanır ama daha az ağlanır artık. Yemek yenir, daha çok yenir artık.

Beşinci evre

Öfke evresidir. Kişi artık üzülmekten ziyade kızmaya başlar karşısındakine. Duruma kızılır, onun tavrına kızılır. Ama başkasının ona kötü bir şey demesine de kesinlikle izin vermez. Öfke evresi artık onu düşünmemeye başlamakla sona erer. “O beni istemedi lan, ben ne diye kendimi hırpalıyorum böyle?” denir. Boşverilir. Kafa dağıtıcı eylemler yapılmaya başlanır.

Altıncı evre

Artık o aklına gelmediği için daha mutludur kişi. Mutlu olduğunu düşünmektedir. Kendince oyalanmaktadır. Yeni insanlarla tanışır, yeni ortamlara girer. Daha çok güler, daha çok eğlenir. Daha rahat olduğuna inandırır kendini. Taa ki alakasız, beklenmedik bir zamanda, onunla ilgili birini, onun fotoğrafını ya da direkt kendisini görene kadar. İşte o an bütün bu evreler hiç olmamışçasına başa sarılır. Çünkü hayatına bi kere sıçılmıştır. Düzelmesi elbette zaman alacaktır. Bu sürecin birkaç kez tekrar edebilecek olmasını göze almak gerekir. Ayrılık zordur. Bunun da tadını çıkarmak ve acıyı tadında bırakmak lazımdır.

18 Ağustos 2011 Perşembe

İlişkinin Evreleri

Görme - görüşme - tanışma evresi

Bu evrede çiftimiz birbirini uzaktan, yakından, şurdan burdan görüp, bi şekilde birbirleriyle tanışır ya da tanıştırılırlar. Tanışma grup içinde olabileceği gibi, baş başa, kafede, otobüste, vapurda, okulda, internet üzerinden vs. de olabilir. Bir görüşme ayarlanır ve kalplerin hoppidi hoppidi oynama yani hoşlanma derecesine göre çiftlerden biri diğerini ikinci görüşmeye davet edebilir. Bu görüşmelerde atılan kahkahalar her zamankinden fazla, yapılan espriler her zamankinden komik olacaktır.

Aşık olma evresi

Birkaç görüşmenin ardından, kimi vakalarda ilk görüşmede hatta ilk görüşte, çift artık aşık olduğunun farkına varır. Yüzlerinde hep salak bi sırıtış, içlerinde bi kıpırtı, böyle güzel bir hareketlenme olur. Gün içinde mesajlaşmalar, telefonda konuşurken yapılan sevimlilikler falan hep bu evreye dahildir. Bu dönemde, cümlelerin sonuna konan, bağlaç olan “ki”nin kullanımında bariz bir atış olur. “Geldim ki”, “Biliyorum ki” “Canımsın ki” “Ben de seni seviyorum ki” bilinen en temel örneklerdendir.

Boyundan büyük laflara kalkışma evresi

Bu evre çiftin aşklarının iyice başlarına vurduğu evredir. Gereksiz sözler verilir. “Beni hiç bırakma” “Seni asla bırakmayacağım” “Hep yanında olacağım” “Sen benim hayatıma giren en iyi şeysin” “Daha önce hiç böyle hissetmemiştim” gibi cümleler sık sık kullanılır. Ve salak gibi de inanılır bunlara. Güven seviyesinde aniden bi artış olur. Çünkü hakkaten ne bileyim en basitinden alışverişe giderken, maç izlerken bile yanındadır bu insan. “Demek ki hep yanımda olacak” diye düşünülür.

Olayın biraz ciddileşme evresi

Bu evrede çiftimiz birbirine iyice alışmış, birbirini iyice tanımıştır. Artık birbirlerine baştaki gibi anılarını, yaşadıklarını, kendilerinin iyi ve komik yönlerini anlatmazlar. Daha çok günlük olaylardan bahsedilir. Şuraya gittim, şunu yaptım, şöyle oldu falan denir. Yapılan sevimliliklerde azalma olur ancak yeni gelişmeler de yaşanır. Çiftimiz ailelerinin toleransına bağlı olarak, ya da yalnız yaşayan insanlarsa kimseyi takmadan, beraber tatile gitmeye, hafta sonları bi yerlere kaçmaya, birbirlerinde kalmaya vs. başlarlar. Bu gelişmelerden en önemlisi sevgilinin aileyle tanıştırılmasıdır. Her sevgili sanki hiç ayrılmayacaklarmışçasına bir hevesle annesine babasına hayatındaki en önemli olduğunu düşündüğü kişiyi tanıştırmak ister. Bu dönemde akrabaların düğünlerine, kuzenlerin doğum günlerine falan gidilir. Sevgilinin, yıllardır ailedenmiş ve hep aileden biri olacakmış gibi, fotoğraflarda belirmesi çok normaldir ve bundan iki taraf da gocunmaz.

Sorun - tartışma - kavga evresi

Bu evrede tabi paylaşılan şeylerin azalması, sürekli aynı şeylerin yapılması gibi şeylerle beraber sorunların ortaya çıkmaya başlaması kaçınılmazdır. Karşı tarafın olumsuz özellikleri yavaş yavaş fark edilir. Kaba tabirle küçük şeyler batmaya başlar. Saçma nedenlerden ötürü tartışılır. Ufak tefek şeylerden kavga çıkarılır. Çünkü kavga sonrası barışılınca bi süre güzel gider her şey. Kısa da olsa ilk günlerdeki gibi canımlı, bitanemli zamanlara dönülür. Aslında en fazla özür dileme ve söz verme de bu evrede gerçekleşir. “Özür dilerim bitanem, tamam bi daha seni hiç ama hiç üzmeyeceğim.” cümlesi sık kullanılanlara eklenir. Ama üzülür. Yine bir şey olur, yine tartışılır. Kıskançlıklar artar. Taraflar ilgi çekebilmek için olur olmaz oyunlar oynamaya başlar. Kıskandırmalar, sinirlendirmeler, haber vermeden bir şeyler yapmalar falan yine bu dönemdedir.

Sorunların fark edilmesi ve çözüm için çabalama evresi (Opsiyonel)

Genelde çiftimiz bu evrede artık işlerin kötüye gitmeye başladığını fark eder ve ayrılmamak adına çabalamayı düşünür. Tabi “Ne uğraşıcam olum” diyip direkt ayrılığı seçenler de olacağı için bu evre opsiyoneldir. Ayrılığı seçmeyenler içinse zor ve yorucu bir süreçtir. Sürekli konuşulur, tartışılır. “Sen şunu yapmıştın”lardan “Özür dilerim”lere uzanan bir yoldur. Bazen karşıdaki özür dilese bile mutlu olunmaz çünkü özürle sorun çözülmez. Sonuçta sorun çözülemiyorsa, ki genelde çözülmez çünkü baştaki o büyü bozulmak bi yana artık hiç kalmamıştır bile, ayrılık fikri ortaya atılmaya başlanır.

Ayrılık öncesi bekleme evresi

Bu evrede genelde iki taraf da harekete geçmez. İki taraf da ayrılığın sorumluluğunu omuzlarına almak istemezler. İkisi de sık sık ayrılıktan söz eder ancak buna kimse cesaret edemez. Hayatının büyük bi kısmını kaplayan insanı bi anda atıvermek zor gelir. Alışkanlık zaten vardır ama aşk da vardır hala. İlişkideki üzücü ve yine yorucu belki de en yorucu evre budur. “Giderse ne bok yerim?” soruları zihni epey zorlar. Bir yandan da bilinir ki aşılmayacak acı yoktur. Bilinmese de öğrenilecektir.

Ayrılık

Sonunda taraflardan biri bi anda gaza gelip de “Ayrılalım” diyince ayrılınır. İyice öğrenilir ki, sonu olmayan şey yoktur. Artık kimseye bağlanmam, kimseyi istemem diyenler çıkacaktır ama sonra geçecektir. Çünkü her ilişki tekerrürden ibarettir.

7 Ağustos 2011 Pazar

(Üç) Nokta

Aslında söylemek istediğim çok şey var. Bazılarını söyledim bile. Bazılarını belki hiç duymadın. Sadece nerden başlamam gerektiğini kestiremiyorum. Kelimeleri seçemiyorum bi de. Nasıl desem bilemiyorum.

Her şey ne güzel başlamıştı de mi? Tarifsizdi. Ben hep eskide yaşadım, yaşamak istedim. Hep o günleri düşündüm kötü zamanlarda. Hep bi umut vardı içimde. Bi şey olacak diyordum. Bi şey olacak, düzelecek her şey. Bi şey iyi gidince her şey iyi gitmeye başlayacak diye düşünüyordum. Hiçbir şey iyi gitmedi. Düzelmedi. Düzelmesi için ne kadar uğraştım bilmiyorum. Elimden geleni yaptığıma inanıyorum ama kendi şartlarıma bakınca. Ve her şey bi yana, hep inandım sana. Hep güvendim. Nolursa olsun buradasın dedim. Gitmezsin dedim. Hayatımda kimseye güvenmediğim kadar güvendim. Ki çoktan kaybettiğim bir şeydi güven. Hatırlarsın belki ilk zamanlar konuştuğumuzda, ikimiz de yakınmıştık güvensizlikten. İkimiz de benzer şeyler yaşamıştık. Anlamıştık birbirimizi. Sen benim ağrı kesicimdin. En beklemediğim zamanda karşıma çıkan, hayatıma giren en iyi şeydin.

Biliyorum sen de uğraştın çok fazla. Ben de kolay değildim son zamanlarda. Belki boşa uğraşıyorsun sandın ama öyle değildi. Görüyordum çabanı ama yanlış yerlerdeydik. Ben daha küçük beklentiler içindeydim, sen büyük çabalar için harcıyordun enerjini. Çok yoruldun. Görmeme rağmen durduramadım bunu. Geçeceğini biliyordum sadece. Bi gün yine eskisi gibi olacaktım.

Mantıktan uzaktı belki her şey ama sevgimiz vardı. Ben seni görmeden sana aşık oldum. Görmeden güvendim. Elini tutmadan ısındım sana. Dokunmadan hissettim varlığını. Öyle emindim ki hiç şüphe duymadım. Nedenini ve nasılını düşünmeden sevdim. Yarını ve dünü düşünmeden, tüm varlığımla sevdim. Bazı tesadüfler vardı. Kimileri senin çabanla, kimisi gerçekten belki yıllarca çabalasan olmayacak şekilde gerçekleşti.

Ben seninle kendimi o kadar iyi hissettim ki, belki de o yüzden bağlandım sana böyle. Belki o yüzden korktum hep kaybetmekten. Belki o yüzden üsteledim bi çok şey için, o yüzden tedirgin oldum bu kadar. Tedirginliğimden saçmaladım bazen belki. Bir an kötü hissedince ölecek gibi olmamın nedeni buydu. Bi daha bi başkasıyla asla bu kadar iyi hissedemeyeceğimi bilmemdi. Bazen naparsan yap olmaz ya, olmadı, anlatamadım işte. Anlayamadın. En küçük sorunları büyütmemin nedeni buydu. Başta her şey öylesine mükemmelken, bazen kötü olmasını kaldıramadım. Yakıştıramadım bize.

Ben hep üstüne titredim senin. Hep senin istediğin gibi biri olmak istedim ama zaten olduğum insanı da seviyordun sen. Hep sahiplendim seni. Hep dinledim. Daha önce kimsenin sevmediği gibi sevdim. Ve kimseyi sevmediğim gibi. Ben seninle geçen 14 ayın her anında mutluydum aslında. Yaşadığımız tüm o problemler bile hayatımda olduğunun bi işaretiydi. Mutlu olacak bir şey bulamadığımda onlara tutunuyordum ben. Sana tutunuyordum yani. Sen benimdin. İyi, kötü, mutlu, mutsuz her anımızla, her şeyinle benimdin.

Gittin sonra. O zaman gitme diyemedim ama demeliydim belki. Gitme desem gitmeyecek gibiydin. Gitmeseydin şimdi böyle olmayacaktık. Suçlamıyorum seni. Suçlamış gibi göründüğüm zamanların öznesi aslında sen değil, bu durumun kendisiydi. Çünkü senin de dediğin gibi, çoğu insanın belki de hayatı boyunca hiç bulamayacağı güzellikte bir şeydi bizimkisi. Şimdi böyle güzel bir şeyin diğer yarısının birden bire çok uzağa gitmesi kolay olabilir miydi sen söyle? Değildi. Çok zordu ama suçlamadım seni bunun için, çünkü aslında gitmek istedin. Tıpkı şimdi orda kalmak istediğin gibi. Senin hayatındı bu. O zaman müdahale edecek hakkı görememiştim kendimde. Tıpkı şimdiki kararına da müdahale edemediğim gibi. Ama gitmeseydin. Hiç gitmeseydin böyle olmayacaktı.

Belki o zaman anlamalıydım, anlamadım. Ya da daha sonra, dönmek istemiyorum dediğinde anlamalıydım, anlamadım. Dönersin sandım hep. Dönmesen bile gitmezsin sandım. Dünyanın bir ucunda olsan da hayatımda olursun sandım. O yüzden çabaladım. O yüzden bekledim. Gelişini bekledim. Bekleyen bendim burada evet. Sen, gelen oldun her zaman. Çünkü ben bir kere gelmeye niyet ettim onu da başaramadım zaten.

Dayanamadığım oldu. Ayrılalım dediğim oldu çok kez. Tüm o niyetlerim aslında uyarıydı bi yerde. Mesajdı. Ayrılmak istiyorum demedim hiçbir zaman. İstemedim çünkü. Mantıklı geldiğini söyledim. Ama yapmadım. Yapamadım. Mantıklı olan her zaman doğru olmazdı bana göre. Yapmadım. Ve hiç de yapmayacaktım. Bırakmadım. Hiç bırakmayacaktım ben seni. Sözümü tutacaktım. Tuttum. Ben sana söylediğim her şeyi yaptım şimdiye kadar. Bazen kısa sürdü bazen uzun. Bazen hep öyle kaldım ama yaptım. Sense ilk baştaki adamdan çok farklısın şimdi. Artık yoksun bi kere. O zaman vardın. Asla bırakmam demiştin. Bıraktın. Hani bırakırsam bile hafızamı kaybetmişimdir demiştin, aklım yerinde olduğu sürece istiyo olucam seni demiştin. İstemedin.

Mantıklı olan buydu de mi? Sanki şimdiye dek her şey çok mantıklıydı. Sanki hiç görmediğin birine aşık olmak mantık sınırları dahilindeydi. Aradaki mesafelere rağmen çabalamak çok akıllıca bi hareketti. De mi?

Anlamıyorum insan bi saatte nasıl değişir? Nasıl netleşir bu kadar? Nasıl karar verir? Eskiyi düşünüyorum. Çok eskiyi değil, son 3 günü düşünüyorum beraber geçirdiğimiz. İnanamıyorum o yüzden. Her şey güzelken böyle olmasına anlam veremiyorum.

Hani gelecekteki sevgiliye yazdığın mektupta demiştin ya, “gideceğin zaman paldır küldür gitme hayatımdan, çok gerektiğinde yavaş yavaş geri çek kendini.” Peki şimdi senin dan diye gitmene ne demeli? Madem gerçekten düşünüyordun ayrılığı, madem istiyordun, madem mutsuzdun neden hiç hissettirmedin ki? Neden hep yanımda oldun? Neden son ana kadar ilgilendin benle?

Hadi uzaktayken yapamadın diyelim, o beraber olduğumuz 3 günde neden herhangi bir şey hissetmedim ben? Gözlerim mi kördü? Görmek mi istemedim? Yoksa sen aynı sevecen adam mıydın yine? Her sabah çok erken uyanmama rağmen kıyamayıp uyanan, bana kahvaltı hazırlayan, beni neşelendirmek için uğraşan, öğlen sıcağında benimle iş görüşmesine gelen, beni yalnız bırakmayan, mutlu olmam için çabalayan, yüzümün her santimetrekaresine bi milyon öpücük konduran, sarılıp film izlediğim, zamansız uykum geldiğinde bana kahve yapan, elimi hiç bırakmayan, bana hep ilk günkü heyecanla dokunan, tanıdığım, bildiğim, sevdiğim adam sen değil miydin? Ayrılmak isteyen biri bunları yapabilir mi ki? Ayrılmak isteyen biri, karşısındaki defalarca ayrılığı gündeme getirmiş olmasına rağmen, hayır istemiyorum der mi her seferinde? Sen kabul etmedikçe ben beni gerçekten sevdiğine, gerçekten ayrılmak istemediğine inandım. Ve son ana kadar güvendim hep sana. Başta dediğim gibi, gitmeyeceğinden emin olacak kadar çok güvendim. Ama sen beni hiç düşünmeden çekip gittin bi anda.

Gittin ve ne yaptıysam geri döndüremedim seni. Söylediğim hiçbi şey etkilemedi fikirlerini. Ağladım. Yalvardım. Hiçbi şey değişmedi. Anladım ki birini ne kadar seversen sev, ne kadar uğraşırsan uğraş karşındakinin seni istediği kadarsın. Sen artık istemiyordun beni. Bence sevmiyordun da. Sevsen böyle yapmazdın. Sevsen sırf kendini düşündüğün için bırakıp gitmezdin beni. Sevsen, ayrılığı yalnızca ertelemiş olacağımıza inanmana rağmen göze alırdın, birkaç ay daha birlikte olmak için. Sevsen, daha sonra üzülmeye zamanım olmayacak demezdin. Sevsen, hayatını kurmak uğruna hayatının bi parçasını çöpe atmazdın. Sevsen, kuracağın hayatın küçük bi kısmında benim de olmama izin verirdin. Sevsen karşımda o kadar rahat konuşamazdın. Biraz hissettirirdin üzüldüğünü. Son kez sarılmasaydın bana, bu duruma sevindiğini bile düşünebilirdim.

Demek ki hiç istemedin beni. Öylesine geçip gittim hayatından. Belki daha öncekiler kadar bile yer edemedim. Kolayca vazgeçebildiğine göre. Sorumluluk kaldıramam dedin, sorumluluk bile beklemedim ben senden. Gururumu bile bi kenara bırakıp, sen yine istediğin adam ol ama hayatında ben de olayım dedim. Yapamadım ben sensiz. Senin gibi mantıklı bakamadım. Her an, hep aklımdayken, uyurken rüyamda, uyanınca gözümün önündeyken, mantıklı düşünemedim. Özür dilerim.

Hiç mi sevmedin beni? Hiç mi önemsemedin ki? Nası gidebildin bi anda? Hiç sahiplenmedin mi? Hiç istemedin mi? Hiç hayalini kurmadın mı geleceğimizin? Neydim ben senin için? Rahat mısın şimdi? Mutlu musun?

Sırf hissettiklerimi söylüyorum, ayrılmayı istemiyorum diye, son kez çabalıyorum diye, kendimi kötü hissettirme dedin bana. Son çabama bile saygı duymadın. Peki sen benim bu halde olmama sebep olduğun için hiç üzülmüyor musun? Zamansız çekip gitmenin bana iyi geleceğini mi sandın? Öyleyse epey yanıldın. Hiç iyi değilim ben çünkü. Bi süre de iyi olamam herhalde. Geçmez demiyorum geçer ama o zamana dek nasıl olurum bilmiyorum.

Şaşkınım aslında baya. Hiç aklına gelmiyor muyum? Hiç düşünmüyor musun napıyorum diye? İçin rahat edecek mi böyle? Bana yazdığın yazıyı okusana bi kere. Ne yapacaksın şimdi? Hayatındaki eksik parça yok artık. Yine eksik kaldın bak. Ama istediğin buydu belki. Sen başından beri eksik kalmak istedin. Ben de öyle arada kaynadım işte.

Her şey iyi giderken büyük konuşmamak gerekiyormuş de mi? Tutamayacağın sözler vermemek gerekiyormuş. Birden her şey kötü olunca ve çıkış yolu bulamayınca kaçıp gitmek en basit çözümmüş. Bencillik böyle bir şey değil mi? Bencillik kendi çıkarları uğruna karşındakini hiçe saymak değil mi?

Ben ne yapacağım şimdi? Kimi arayacağım zor zamanlarımda? Kim güldürecek beni? Kim sevecek senin kadar? Ya da seviyor gibi yapacak. Kimin gelişini bekleyeceğim? Dedim ya her zaman mutluydum ben aslında. Ağladığımda bile. Üzüntüden nefesim daraldığında bile. Sen vardın. Vardın. Benimdin. Artık yoksun ve hiçbir şey değiştirmeyecek bu durumu. Artık başkasının olabilirsin ve midem bulanıyor benim bunu düşündükçe.

Yaşadıklarımızın bi anlamı olmalıydı. Sadece yanında uyanabilmek için vazgeçebileceğim çok şey vardı. Seninle geçirdiğim son günde bile bana dokunduğunda içimin titremesinin bi anlamı olmalıydı. Hala benimmişsin gibi düşünmemin, seni adının yanına eklediğim iyelikle anmamın bi anlamı olmalıydı. Başucumdaki resmini kaldıramayışımın bi anlamı olmalıydı. Beraber yaptığımız planların bi anlamı olmalıydı.

Sen hayatımda iyiye dair her şeyi alıp gittin. Ne güven bıraktın geride, ne inanç. Yorgun, mutsuz, huzursuz, yalnız ve güçsüz bi insan yarattın benden. Belki zamanında başkalarının sana yaptığını sen bana yaptın. Geçer mi acısı söylesene? Benim için de iyi olacaktı ya, olur mu? Nasıl güveneceğim herhangi birine?

Ben çok sevdim seni. Sen son bi şansı çok gördün bana. Ne desem boş artık biliyorum. Hatta bunu okumayacaksın bile ama olsun. Belki okursun. Okursan da kızma bana. Daha önce söylediklerimden farklı değil yazdıklarım. Belki biraz eksik, belki biraz fazla... Umarım istediğin gibi olur her şey. Umarım yanlış bi karar değildir bu. Umarım çok güzel başlamış ve çok güzel olabilecek bi şeyi bi anda mahvetmemişizdir.

Senin için kolay olacak. Gittiğin ülkede bana dair hiçbir şey yokken unutmak, hayatına devam etmek kolay olacak. Şimdiden kolaydır belki ne bileyim. Bana ise çok zor geliyor. Evde, odamda, gittiğim her yerde, yaptığım her şeyde, yolda, İzmir'de, Ankara'da hep sen varken nasıl unutayım ki?

Ama hangi acı unutulmuyo ki de mi? Zaman lazım elbette. Zamandan bol şeyim yok zaten şimdilik. Neyse...

Bir gün buraya bittiğini yazacağımı hiç düşünmemiştim. Seninle ilgili herhangi bir konuda "bitti" kelimesini kullanabileceğim aklımın ucundan geçmemişti.

Keşke bitmeseydi... Bitti.

Template by:
Free Blog Templates