Haftalar sonra ilk defa blogumu açmamla epeydir yazmadığımı farketmem hemen hemen aynı saniyelere denk geldi. (Şaka şaka gelmedi çünkü yazmadığımı zaten biliyordum. Böyle "Aaa ne zamandır yazmamışım ayol!" efekti yaratmak istedim. Yine dürüstlüğüme kurban gittim. Siz öyleymiş gibi farz edin.)
Bu yazmadığım zaman boyunca hayatımda çok büyük şeyler oldu, dönüm noktalarından tutun da dibe vuruşlara, tekrar çıkışlara kadar bir çok şey yaşadım, diyeceğimi sanıyorsanız çok da yanılıyor sayılmazsınız diyemeyeceğim çünkü yanılıyorsunuz. En az daha öncekiler kadar, öncekiler derken, daha önceki günlerim kadar sakin, sıradan, huzurlu, mutlu, bazen sinirli, bazen komikli falandı her şey.
Bu olmadığım (ya da sustuğum diyeyim) zamanda hayatımdaki en değişik şey hiç görmediğim bir şehri, Ankara'yı görmem oldu. Gitmemiş olanlar için kısaca özet geçeyim; İzmir'de tüm sokaklar denize çıkar ya Ankara'da ya bir bakanlığa ya da alışveriş merkezine çıkıyor. Böyle. Sabahleyin servisle Karşıyaka'ya dönerken yine o köprü gibi, kavşak gibi, köprülü kavşak gibi yerde denizi görünce "Oh!" dedim. Evet bu kelimeyi kullandım. Ama Ankara da güzeldi yine de. Çok güzel zaman geçirdim. Harikulade bir rehberim vardı çünkü. Ama herkese rehberlik edemez, kıskanırım. O yüzden sormayın.
Hala yol yorgunuyum ama bir yanım geri gitmek bile istiyor oraya. Görmeden zihninizde canlandırdığınız yerler vardır ya. Ankara da öyleydi benim için. Çok resmi, boğucu, fazla elit, sabahları taze sıkılmış portakal suyunu içerken gazetesini okuyan, akşamları sıcak şarap eşliğinde jazz dinleyen, mesafeli insanlarla dolu sanıyordum. (Ha böyle olmak kötü mü? Değil. Kategorize etmek amacındayım sadece.) Bunlardan varmış ama senin benim gibi insanlar da yoğunluktaymış. Güzelmiş yani. Samimiymiş. Belki elini tutup, gezdiğim insandan dolayıdır bu iyi düşüncelerim. Olsun. Sevdim seni Ankara. Bekle beni. Yine geleceğim.
0 Maruzatım olacak:
Yorum Gönder