24 Aralık 2009 Perşembe

Biz Büyüdük ve Kirlendi Dünya


Bir zamanlar bebektin. Olanca saflığın ve masumluğunla merhaba demiştin hayata. Kırılgandın, tazeydin. Miniciktin. Ellerin vardı yumuşacık. O küçük ellerle tutunmaya çalışıyordun dünya denen acayip yerde. Farkında da değildin aslında. Kocaman gözlerinle anlamaya çalışırcasına incelerken etrafını, neyin iyi, neyin kötü olduğu seni zerre ilgilendirmiyordu. Bakıyordun sadece.

Seviyorlardı seni. İlgileniyorlardı. Uyurken bile başında bekliyordu annen. Her ihtiyacını karşılayabilmek için uğraşıyordu baban, gün gelip de “Ne halin varsa gör!” diyeceğini bilmeden. Herkes merak ediyordu, kucağına alıp sımsıkı sarılıyorlardı sana. Pembe tenini okşuyorlardı yorgun elleriyle. Anlamıyordun. Ama hoşuna gidiyordu belki. Hep böyle olacak sanıyordun.

Acıkınca ağlıyordun, çişini yapınca ağlıyordun, gazın oluyordu yine ağlıyordun. Ağlamak için daha can acıtan bir neden yoktu, olamazdı. Üstelik ağladığında gözyaşını silen, seni üzebilecek hiçbir şey vuku bulmasın diye koşuşturup duran insanlar vardı. Hiç kimse seni, en yakın dostunu arayıp “İyi değilim, nolur gel.” dediğinde, “Çok meşgulüm canım, bir ara görüşelim, öptüm” cevabını alacağına inandıramazdı.

Annenin dizleri dünyanın en güvenli yeriydi. Kapanırken gözlerin yavaşça, en huzurlu rüyaları göreceğine emindin. Göğsünde birleştirdiğin yumuk ellerin uykunun hafifliğiyle yavaşça kayacaktı yere doğru. Annen kavrayacaktı elini o esnada. Narin, sımsıcak, şefkatli. Herkes öyle tutacak diye umacaktın.

Hastalanıyordun sen de her bebek gibi. Ansızın ateşler içinde uyanıyordun ya, yanakların alev alev. Senin için üzülüp, telaşlanan o insanlar hep yanında olurdu, biliyordun da; bir gün o soğuk evde, tek başına, battaniyenin altına girip burnunu çekeceğin, boğulurcasına öksüreceğin, gözlerini açacak kuvvet bulamayacağından, sıcak bir fincan çay yapsın diye rica edeceğin kimsenin olmayacağından haberin yoktu.

Oyuncaklarını çok seviyordun. Paylaşmasını da. Senin gibi küçük insanlarla oynarken ne çabuk akıyordu zaman. Bir şey de beklemiyordun. Bencillik, çıkarcılık neymiş bilmiyordun ki. Yüzünde hep aynı tebessüm. Saçıyordun oyuncaklarını. Sorgusuz, sualsiz. Öyle sevecektin gelecekte de, öyle paylaşacaktın ruhunu o büyük insanla. Uzatacaktın kalbini karşılık istemeden, en sevdiğin upuzun sarı saçlı oyuncak bebeğini minik arkadaşına sunar gibi. Onun gibi kıymet bilecek, öyle içten saklayacak, severek oynayacak, saçlarını tarayacak sanıyordun. Oysa o oyuncak kolları bacakları kırılmış, yıpranmış bir şekilde geçecekti eline. O zaman anlayacaktın, kalbinin de kırılıp, her bir parçasının unufak olduğunu. O zaman ağlayacaktın. Ve bu kez karnın acıktığı için akmayacaktı gözyaşların.

Bir zamanlar bebektin. Öyle büyüktü ki kalbin, hep öyle kalsın istedin. Bilmeden kocaman iyilikler sığdırdın küçük bedenine. Ama…

Ne yazık ki büyüdün. Ve bedenleri büyürken, küçük kalmış yürekleri gördün…



24 Aralık 2009

2 Maruzatım olacak:

zyg dedi ki...

kalbin sadece sevgi ve şevkat ile beslenmiyor artık.
günlerden bir gün "aşk"ı tanıdı, acısını öğrendi. "özlem"le tanıştı , sabrı öğrendi.
bir gün hiç haketmediği halde gördü; soğuk ve lacivertti "ihanet".
o gün, "öfke"yi soludu beyni ve "güven-siz"lik geçirdi pis tırnaklarını enseköküne..
ve dün geçtikçe kirlenmeye devam ediyor..

Neredeyse Kafasız Nick dedi ki...

Keşke tertemiz kalsak. Ama kanımız bile pis akıyor artık.

Template by:
Free Blog Templates