15 Eylül 2011 Perşembe

Bıcır

Onunla kalabalık, şamatalı bir arkadaş toplantısı sırasında tanıştım. Bıcır bıcır halleri, sevimli tavırları ve şen kahkahalarıyla herkesin ilgi odağı olmuştu. Benim de hoşuma gitmişti, böyle bir kızla arkadaş olunabilirdi bence de.
Zaten çok yalnız kalmıştım. Üniversiteden sonra yaşadığım şehirde çok fazla arkadaşım kalmamıştı. Ben zaten işsizdim ve işlilerle de eskisi gibi görüşemiyordum. Üstelik sevgiliyi bırak bir kedim bile yoktu. Karnım acıkınca anneme küsüyordum, trip atacak kimsem kalmamıştı. Dedim ki, bu kızdan olur. Yeni arkadaş ortamı yapma eylemimin ilk ayağı bu kız olmalıydı. Gerisi nasılsa gelirdi. Çünkü bu kız hayatta yalnız kalmazdı. Onun yanında olduğum sürece ben de.
Saatler geçmişti. Bizim Bıcır lisedeki anılarını anlatmaya başlamıştı bile. Artık onun voleybol erkek takımı kaptanıyla çıktığını, okulun en popüler ve çalışkan kızı olduğunu falan öğrenmiştik. Hani durmadan konuşan insanlar vardır ya, Bıcır onlardandı. Hani hep neşelidirler, Bıcır öyleydi. Hani mütevazidirler, Bıcır değildi. Kendini övdükçe övesi geliyordu. 163 cm boyunda, topluca bi kız için fazla iddialı laflardı. Bıcır esmerdi, güzel değildi, hatta çirkin bile sayılabilirdi ama yine de insanlara kendisini dinletmeyi biliyordu. Ortamdaki ego çarpışmasının farkındaydım. Bıcır ve Bıcır’dan daha güzelce bir başka kız arasında ilgi odağının bir taraftan diğerine kaymasıyla rekabette artış, kendini övmede abartı, seste ve kahkahada yükselme gözlemleniyordu. Özellikle Bıcır’dan tabi. Diğer kız biraz daha sessizdi ama zaten bir şey yapmasına gerek yoktu. Nasılsa her yarışı kazandığı gibi bunu da Bıcır kazanacaktı.
Gece Bıcır’ın sarhoş olmasıyla tamamlandı. Yol boyunca yüksek sesle söylediği şarkılar eşliğinde hep beraber onu evine götürdük. O gece orda kaldım.
Ertesi sabah uyandığımda geceden geriye çok az kişi kalmıştık. Bıcır, ben ve ikimizin ortak arkadaşı Fazla bilgili vardık. Ben Fazla bilgiliyi ekşisözlükten tanıyordum. Fazla bilgili Bıcır’ı okuldan tanıyordu. Bıcır beni dün geceden tanıyordu.
Bıcır’ın fena halde sigara kokan salonunu havalandırdığım, ortalığı biraz topladığım için Bıcır çok mutlu olmuştu ve sanırım dostluğumuzun temelleri de orada atılmıştı. Bu sayede güzel bir kahvaltıyı hak ettim. Fazla bilgili geceden kalmalığın verdiği rehavetle bilgilerini insanlıkla o kadar da çok paylaşmıyordu. Nitekim bu iyi bir şeydi. Çünkü aynı anda Bıcır’ın kendini anlatmasını ve Fazla bilgili’nin kültürel birikimini dinlemek epey acı verici olabilirdi. Bu yüzden ikimiz de (iyi ki) Bıcır’la yetindik. Kahvaltının sonunda en sevdiği meyvenin çilek olmasına karşın vişne reçelini daha çok sevdiğini, Burger King yerine McDonald’s tercih ettiğini, aslında sayısal zekası muhteşem olduğu halde lisede sözel seçtiğini ve şimdi okuduğu bölümü kazandığını biliyorduk. “Hayret aslında sözel yeteneğin de bayağı gelişmiş.” diyecek oldum, bu sefer okul gazetesinin editörü olduğundan girip, en sevdiği yazar Elif Şafak’tan çıkmıştı.
Ve Fazla bilgili için sihirli olan o iki kelimeyi (Elif Şafak) cümle içinde kullanınca bir azap yolunun kapısını da açtı bilmeden. Fazla bilgiliyle ikisi kendi çaplarında edebiyat muhabbetine başlayınca ve bu muhabbette Orhan Pamuk adı sık sık geçince günlük Bıcır dozumun maksimum bu kadar olabileceğini keşfedip, yanlarından ayrıldım.
O günden sonra Bıcır’la birkaç kez görüştük, genelde onun arkadaşlarıyla takılıyorduk. Genelde geç kalıyordu ve ben ilk etapta tanımadığım insanlarla haşır neşir olmak durumunda kalıyordum. Genelde geç kalınmasından aşırı derecede rahatsız olan ben, buna rağmen tolare ediyordum gecikmelerini. Çünkü o kadar bıcırdı ki gönlüm el vermiyordu kızmaya. Onda kendi gençliğimi görüyordum, sanki benim dört yıl önceki halimdi. Şaka lan şaka hemen de inandın. Ben hep böyleydim, hayatımın hiçbi döneminde bıcır bi insan olmadım. Ben dinlemeyi severim, o yüzden arkadaşlarım hep normalin üstünde konuşan insanlar oldular. Ama hani çok konuşmakla gevezelik arasında o ince çizgi var ya, Bıcır gevezeden öte, gevezeden ziyadeydi.
Aradan yıllar geçti, ben hala ölmeden Bıcır’la arkadaşlığımı sürdürebilmiştim. İş konusunda ise bir türlü dikiş tutturamamıştım. Kısa süreli işlere girip girip çıkıyor, başarısızlığımı adeta arka arkaya tescilliyordum. Boş kaldığım zamanlarda bazen, tabi o da boşsa, Bıcır’la takılıyorduk. Bıcırsa okulu bitirip çok önemli bir kanalda iş buldu. Ne iş yaptığını asla öğrenemedik çünkü anlattığına göre her işi o yapıyordu. Bir genel müdür, bir ceo’ydu adeta.
Bir gün Bıcır kanalın onu yurtdışına göndereceği haberiyle geldi bana. Onun adına sevindim. Bense o esnada Starbucks’ta garsonluk yapıyordum. Gidişine bir altı ay kadar vardı. O altı ay içinde en az altı kez görüştük. O her defasında yurtdışından bahsediyor ve sanki hiç bilmiyormuşuzcasına bir heyecanla müjdeliyordu bu haberi. Ben her defasında farklı bir işte debelenirken hala sevinebiliyordum bu habere. Aslında gidişine mi seviniyordum gizliden gizliye bilemedim.
Bir Salı günü yine son çalıştığım işten kovuluyordum, bir telefon geldi. Arayan Bıcır’dı. Ben o esnada patrona “Bari Cuma günü kovsaydın da haftalığımı alsaydım” diye serzeniyordum. Çünkü biliyordum pazartesi ve salının parasını vermezdi. Söylediklerim bir işe yaramadı, kovuldum. Bıcır telefonda bekliyordu. Kovuldum, demeye kalmadan iki gün sonra uçacağını söyledi bana. Bu kez sevinmedim. Yirmiyedinci kez tebrik etmedim. İçimden küfürü bastım, dışımdan “Biliyorum” dedim, kapattık. Çalıştığım o iki günün parasını hiç alamadım.

Not: Kişi ve kurumlar gerçek değildir ama bazıları olabilir de belki.

0 Maruzatım olacak:

Template by:
Free Blog Templates