Hayatı video klip tadında yaşayan kız, o sabah bir zamanlar çok sevdiği ama her sabah onunla uyanmak zorunda kaldığı için artık yavaştan kıl olmaya başladığı o şarkıyla güne başlamak üzereydi ki alarmı erteledi. Ertelerken, bu fonksiyonun ‘alarm’ mantığına ters geldiğini düşündü. Eğer alarm yalnız ya da uykusu ağır insanları belirli bir saatte uyandımak için geliştirildiyse ertelemenin anlamı neydi? Hem bu ertelemeler yüzünden defalarca okula geç kaldığı olmamış mıydı? İşin kötüsü ertelemeden de olmuyordu. Öyle bir uygulama varken, var olduğunu tüm varlığıyla bilmekteyken, alarm bangır bangır bağırırken ekranda beliriveren “ertele” sözcüğünü görmekteyken, bunu yok sayıp da kullanmamazlık edemiyordu. Keşke hiç olmasaydı, keşke alarm ‘alarm’ olarak kalsaydı. Çaldığında uyanılsaydı. Ama belki de alarmı ertelemek, en başından planlanmış, belirli bir amaca hizmet ediyordu. Belki de erteleme fonksiyonunu uzun yıllardır yalnız yaşayan, yalnızlığından bunalmış ve biri tarafından uyandırıldığında birazcık olsun mızmızlanmak isteyen bir zavallı bulunmuştu. Çünkü her yalnızın bir “Anne beş dakka daha!”ya ihtiyacı vardı.
Tabi hayatı video klip tadında yaşayan kız bunları düşünürken ikinci erteleme uyarısı ekranda yanıp sönüyordu. Bu sefer ertelemedi. Yatağından kalktı. Tekrar hareketli bir müzik açtı, sesini de yükseltti biraz. Duşa girdi. Bağırarak eşlik etti şarkıya. Ve sonrakine. Saçını kuruturken pek duyamadı hangi şarkının çalmakta olduğunu ama mühim değildi. Hızla mutfağa yöneldi. Kahvesi için su koydu ocağa. Aslında yıllarca ailesiyle beraber her sabah epey geniş bir kahvaltı sofrasına oturmuş ve soğumasın diye altı uzun bir süre, belki kahvaltı boyunca, açık bırakılan demlikten içilen kaynar çay kültürünu devam ettiren o yürekli yurdum insanından biri olmuştu. Ama yalnız yaşamaya daha doğrusu hayatını video klip tadında yaşamaya başladı başlayalı sabah kahvaltılarını koyu bir kahve ve yakındaki pastaneden aldığı çöreklerle geçiştiriyordu. Dinlediği şarkılar bunu gerektiriyordu.
Mesela otobüse bindiğine başını cama yaslamasını sağlayacak duygu yoğunluğu ve ritmde şarkılar tercih ediyordu. Kalabalık bir caddede yürürken daha slow, melankolik bir hava esiyordu kulaklıklarından. Sonra bir kedi gördü köşe başında. Seveyim bari şunu diye geçirdi içinden. Çünkü mutluluk veren, hayat güzeldir temalı bir şarkı dinlemekteydi o esnada. Kediye yaklaştı, kedi tırmalamakla kalmayıp, koşarak uzaklaştı. Hayatı video klip tadında yaşayan kız duruma sinirlenip sert bir rock parçası açtı mp3 oynatıcısından. Ve hızla yürümeye başladı. Nereye gitmesi gerektiğini biliyordu ama bilmiyormuş gibi davranıyordu. Çünkü şarkı “Sittir et be olum” diyordu genel olarak.
Okulun kapısına geldiğinde rüya bitmeliydi belki ama bitmedi. Bu kez okula, öğretmenlere ve sisteme söven bir şarkı eşlik ediyordu okuldaki ilk anlarına. Sanki her gün buraya gelmiyor, her gün derse girip de arada kendisine sorulan sorulara cevap dahi vermiyordu. Vize-final kelimeleri çok uzağındaydı şu an ama tarih olarak o kadar da uzak değillerdi aslında. Çalışmaya başlaması gerekiyordu artık ama bi yandan da çalışmasını engelleyecek şeyler bulmak istiyordu ki video klip tadındaki hayatına devam edebilsin.
Sonra eski sevgilisini gördü az ileride. Yeni sevgilisiyle beraberdi. Eski sevgilisi ‘eski’ ön adını alalı epey zaman geçmişti ve nerdeyse onu unutmaya bile başlamıştı ama işte ah bu şarkılar olmasaydı… insanlar bu sözleri nasıl yazıyor olabilirlerdi? Acı çekmesi normaldi şu an. Hatta çekmese yadırganırdı. Ya da kimsenin umrunda olmazdı ama hayatı video klip tadında yaşayan kız için herkes onu izliyor gibiydi.
“Kızım işimiz gücümüz mü yok allasen seni ne izleyeceğiz?” diyenler olabilirdi ama yoktu. Çünkü kimse onu izlemiyordu ya da izlenmek istendiğinden kimsenin haberi yoktu ki haberleri olsa bile bir önceki cümlede bahsedildiği üzere oturup da izleyecek halleri yoktu.
Neyse sonra eve döndü bu kız. Tabi sokakta yatacak değil. Banyoda küvet olsa doldurur, içine girer, makyajını akıta akıta ağlardı falan ama ağlamadı. Hikaye de burada bitti.
Not: Artık yazamıyorum sanırım.