23 Şubat 2011 Çarşamba

Eksik

İçinde bir şeyler eksiktir sanki. Arayıp bulamadıkların ya da bulup kaybettiklerin tek tek çarpar olur yüzüne. Yavaş yavaş hissedersin eksikliğini. Hani bir şeyleri görebilmek için biraz uzaktan bakmak gerekir ya bazen, öyle işte. Uzak bir şehirde, dilini bile bilmediğin bir ülkede, yaşadığın ve belki yaşayacağın onca güzel deneyime, zihnini meşgul edecek bir dolu şeye rağmen, şöyle durup düşünmeyi de öğrenirsin, her ne kadar hoşuna gitmese de düşündüklerin.

Yalnızlıktan da ötedir hissettiğin. Hayır yalnız değilsindir. İçinde bulunduğun bu haleti ruhiyenin kelime karşılığını yeni öğrenmişsindir. Eksiklik. Biri vardır dostundur, dostundan ötedir, birden gider. Tek başına kalmazsın belki ama bir şey artık yoktur hani... Çocukken biri saçlarını okşadığında hissettiğin o garip, masum his gibi. Yüzünü birinin göğsüne bastırıp hıçkıra hıçkıra ağlamak gibi. Hiçbir şey düşünmeden saatlerce gülmek gibi. Ve bunların hiç birini bir daha yaşayamayacağını bilmek gibi.

Sana da bağlı değildir bazı şeyler. Sen masumsundur, düşündüklerinin masum olduğundan da eminsindir. Bunda yanlış bir şey yoktur ki. Neden böyle olması gerektiğini anlamazsın. Ve anlatamazsın da başkalarına. Yalnızca, söylenmemesi gerekenler söylenmiştir. Ya da yaşanmaması gerekenler çıkıvermiştir ortaya. Zaman yanlıştır belki. Mekan veya. Bir şeylerin yanlışlığı onarılmaz bir eksikliğe sebep olmuştur ve artık elinden gelen hiçbir şey yoktur.

19 Şubat 2011 Cumartesi

Çok özlediğim şeyler var

Geçen sene Nisan ayını özledim mesela.
Mayıs'ı da.
Eski evimi.
Eski odamı.
Eski bilgisayarımı.
İzmir'i.
Ama o Nisan ayındaki İzmir'i.
Hatta Temmuz'a kadarki tüm İzmir'leri.
Ankara'yı.
Ankara'nın yazını.
Ayvalık'ı.
Kedimi.
Kedimin bebekliğini.
Birini. Çok sevdiğim bir dostu.
Sorumsuz olabildiğim günleri.
Öğrenciliğimi.
Çok düşünmediğim hatta hiç düşünmediğim zamanları.
Sadece güldüğümü hatırlamayı.
Geceleri.
Eski odamdaki geceleri.
Eski odamdaki durmadan yazdığım geceleri.
Onu.

Ama en çok o Nisan ayını.
Hatta Mayıs'ı.

O Mayıs'tan sonra pek çok kez çok mutsuz olduğum oldu. Ya da belki çok mutsuzdan biraz daha mutlu.

Ama bir daha asla o kadar mutlu olmadım.


18 Şubat 2011 Cuma

Tanışmadığımız o gün çok güzeldi...

"Tanışmış olsaydık, mutlu olabilirdik. Tanışmadığımız gün çok güzeldi. Bardaktan boşanırcasına yağmur inmiş, gökyüzüyle yeryüzünü birleştiren bir köprü olmuştu. Sen bir kafeye sığındın, ben de ısınmak için bir pencere kenarındaydım. Rom ve kurabiye mevsimiydi. Masadaki mumun eriyiğini bardaklarımıza dökerek falcılık yapmaya çalıştık. Kaderimiz, bir bardak sodanın üzerinde yüzen kırmızı balmumu taneciklerinde gizliydi. Salonu bir kadın geçti baştanbaşa, küçük adımlarla. Ağzına kadar dolu bir fincanı iki eliyle tutuyordu. Çok güzeldi.

...

Büyük aşklar tüm engelleri aşar. Büyük aşklar, hiçbir şeyden sakınmaz. Tanışmadığımız o gün, ayrı kafelerde oturuyorduk. Kaderimiz, bir bardak sodanın üzerinde yüzen kırmızı balmumu taneciklerinde gizliydi. Salonu bir kadın geçti baştanbaşa, küçük adımlarla. Ağzına kadar dolu bir fincanı iki eliyle tutuyordu. Sevgilim, çoğu kez olduğu gibi, yine bir ortak noktamız vardı. Sen yalnızdın, ben yalnızdım. Ama bu bile umurumda değil. Çünkü ömrüm oldukça her gün, bıkmadan usanmadan seni bağışlayacağım."

Juli Zeh - Üç Harfli Kelime: Aşk


Not: Uzunca bir zamandan sonra paylaşmadan edemediğim bir alıntı.

17 Şubat 2011 Perşembe

Macaristan'da Tavşan Kovalayan Kaplumbağa

Evet bu bir gezi blogu değil ama şimdi uzaktayım diye hiçbirşey yazmamazlık etmek istemedim. Buraya geldiğim günden itibaren neler yaşadığımı aklımda kaldığı kadarıyla kısa kısa anlatayım dedim. Çünkü sanırım ilerde okuduğumda benim de hoşuma gidecek.

1 şubat günü İzmir-İstanbul-Budapeşte şeklinde bir yolculukla Macaristan topraklarına iniş yaptım. Benimle beraber Volkan adlı bir Türk çocuk daha geldi buraya. Uçakla arası iyi olmayan bi insan olmama rağmen yolculuk sorunsuz geçti diyebilirim. Sadece Budapeşte’ye indiğimde kulaklarım hala tıkalıydı. Bir süre baş ağrısı yaptı o kadar.

Budapeşte’de bizi Szerena adlı Romanyalı bir kız karşıladı. Budapeşte’den trene binmemize yardımcı oldu. Biraz soğuk gibiydi. Ama ben de ilk etapta soğuğumdur insanlara karşı zaten. Yani genelde. Eğer onlar çok samimiyse ben de öyle olurum. Öyle olunca tabi genel muhabbetlerden öteye gitmedi konuştuklarımız. Zaten bi gıdım ingilizcem var diye düşünürken, Kaposvar’a vardığımızda, ev arkadaşlarımla tanıştığımda anladım ki baya baya anlaşabiliyorum insanlarla.

Tabi Kaposvar’a gitmemiz öyle kolay olmadı. Önce Dombovar denen bir yerde tren değiştirdik. Sonra Kaposvar’a geldik. İstasyonda kimse yok. Nereye gideceğimizi bilmiyoruz. Elimizde bir adres var ki sonradan öğrendiğimiz kadarıyla o adres değişmiş. İnsanlara soruyoruz ingilizce bilmiyorlar. Napsak napsak derken bir internet kafeye girdim, ordaki adama -Google translate sayesinde- derdimi Macarcaya çevirerek anlattım. Kağıda çizerek yardımcı olmaya çalıştı sağolsun ama ben saf insan zaten kolayca kaybolan biri olduğum için bulmakta zorlandım, hatta bulamadım diyebilirim. Ve tesadüfen yolda organizasyonda sorumlu kişilerden biri olan Aron’a rastladık. Aslında kendisini tanımıyorduk. Resmini bile görmemiştik ama o bizi tanıdı. Meğersem iki gönüllü yollamış bizi alması için ama onlar biraz gecikmiş biz de beklemeden gittiğimiz için buluşamamışız.

Bu esnada telefonum roaminge kapalı olduğundan kimseye ulaşamadığım için, herkes çok meraklanmış. Tutku facebook listemden Dora’yı (benim mentorum) bulup aramış, sonra geldiğimi öğrenince anneme falan söylemiş.

Neyse...

Csiga(Romanya), Cristina(İspanya), Jessie(Fransa) ve Ani(Ermenistan) ev arkadaşlarım. Hepsi çok nazik ve sempatik davrandılar bana. Jessie ve Cristina ile aynı odayı paylaşıyorum. İzmir’de doğmuş, büyümüş, yaşamış, okumuş, hayatı boyunca sadece bir ev değiştirmiş, hep kendi odası olmuş bi insan olarak evet zorlandım, hala alışamıyorum ama şikayet etmiyorum.

Bi de burası küçük bir şehir. Genç nüfus yok neredeyse. Aslında üniversite de var ama yaşıtım insanlara çok fazla rastlayamadım. Ya 60 yaş üstü ya da lise öğrencisi çoğunlukta. Yaşlılar ingilizce bilmiyor. Gençlerse genellikle biliyor. Zaten onlarla çalıştığımız için güzel oluyor benim için, özellikle ingilizcemi geliştirmem için. Çünkü mesela anadili ingilizce olan biriyle iletişim kurmaya çalıştığımda eminim daha fazla zorlanırdım. Ama böyle çok daha iyi hem onlar beni kolayca anlıyor hem ben onları anlıyorum.

Ofiste günlerim güzel geçiyor. Aslında yapacak iş olunca daha güzel geçiyor. Bazen boş boş oturuyorum çünkü. Yapacak işten kastım language club gibi bi aktivite olursa eğleniyorum. Benim için de faydalı çünkü. Böyle lise ya da ortaokul öğrencileri geliyor buraya ingilizcelerini geliştirmek için, onlarla sohbet ediyoruz falan. Bazen okul öncesi ya da ilkokul öğrencileriyle oturumlarımız oluyor. Kids club diyoruz bunlara.

Demem o ki iş de eğlenceli geçiyor. İlk haftasonumda her sene düzenlenen geleneksel Half-Maraton koşusunda görev aldım. Koşuculara muz, şeker, su falan verdik. Böyle şeyler işte.

İkinci haftasonum çok çok çok çok daha güzeldi tabi. Budapeşte’ye gittim. Tutku da geldi. Beraber 2 gün geçirdik. Hemen hemen her yerini gördük bir sightseeing turuna katılarak. Pazartesi de izin almıştım. Ki o gün sevgililer günüydü. Of anlatamıyorum bile. Çok güzeldi işte. Uçağı kaçırdı bi de bizim şapşal. Normalde Cumartesi günü Göteborg’dan binip gelmesi gerekirken, Pazar günü Copenhag’dan bilet bulunduğu için bütün gece yol gidip, oradan geldi. Keşke hiç bitmeseydi ama bitti.

Salı sabahı Kaposvar’a döndüğümde kendimi kötü hissediyordum. Hastaydım. Üzgündüm. Hala öyleyim gerçi. Hastayım yani. Evet üzgünüm de.

Dün yani Çarşamba gecesi Csiga’nın veda partisi vardı. Evde toplandık. Bir sürü insan geldi. Bir sürü şey içtim. Gecenin ilerleyen saatlerinde bir mekana gitmeyi önerdiler. Ben de katıldım hasta halimle. Hani genç nüfus pek fazla yok demiştim ya, meğersem hepsi ordaymış. :D Kalabalık, eğlenceli bir mekandı. Dans ettik falan bol bol. Bu arada, Csiga’yı çok seviyorum. Beraber geçirdiğimiz son zamanlarımızı iyi değerlendirmek istedim. Bu kadar kısa zamanda gerçekten ısındığım nadir insanlardan oldu kendisi. Gidişine üzüleceğim. Haftaya Çarşamba veda edecek bize. Londra’da çalışmaya gidiyormuş, bir fotoğrafçının yanında asistan olarak. Umarım her şey yolunda gider onun için.

Şimdi ofisteyim. Pek iş yok bugün. Napsam bilemedim. Hava da soğuk of. Bakim İzmir nasılmış, oha 18 dereceymiş, kıskandım.

Template by:
Free Blog Templates