Şimdi diyelim çalışıyorsun. Başlarda her şey çok güzeldir. Hele ki uzun süre işsiz kaldıysan, yeni bir işe başladıysan, üstüne bir de yeni bir şehre taşındıysan, keşfetme, öğrenme, çabalama, en iyisini yapmaya uğraşma halleri içinde olursun.
Zamanla işler rutine biner. Sıkılmaya başlarsın. Fakat bu sıkılma maaşı aldığın gün ve devamındaki bir kaç güne kadar süregelir. O gün dersin "lan iyi ki çalışıyorum." Oh. Alışverişini yaparsın. Muhtemelen kredi kartı borcun olmuştur onları ödersin. Ne bileyim, faturan gelir, çat diye çıkarır verirsin. Tabi maaşının miktarıyla alakalı biraz. Az para alsan da mutlusundur ama yine de. Senin parandır, haketmişsindir.
Bir süre sonra ise daha fazlasını hakettiğini düşünmeye başlarsın. Buz misali erirsin yavaştan, çünkü bakarsın hiç kendini geliştirmiyorsun artık. Potansiyelinin altında bir iş yapıyorsan üstelik, yavaş yavaş o kalıba girersin. Daha fazlasına ihtiyacın olmadığını düşünmeye başladığın gibi, olduğundan da eksik olursun giderek.
Ardından, ki daha iyisini yapabileceğine karar verdiğin zamana denk gelir bu, yaptığın işe kimsenin değer vermediğini görmenle birlikte sen de değer vermemeye başlarsın. Bu da iyice yıpranmaya, bıkkınlığa, soğumaya yol açar. Her gün bir diğerinden daha çekilmez hale gelir. Maaş aldığında da moralin bozulur artık. Kuş kadar paraya ne biçim sömürüldüğünü farkedersin çünkü. Gereksiz ve senin için bir şey ifade etmeyen, üretemediğin, sadece belirli kurallar çerçevesinde ve iş hayatının sahte yüzlerini takınarak yaptıkların ve dönüştüğün bu iğrenç tip, seni kendinden nefret etmeye kadar götürür.
Başka iş aramaya başlarsın. Türkiye şartlarında çok da başarılı olamazsın. Ortalama bir üniversiteden ve ne idüğü belirsiz bir bölümden mezunsan,(Bkz. Uluslararası İlişkiler mezunu ne iş yapar?), hepsini geçtim sen ne yapmak istediğini bilmiyorsan, bu daha da zordur.
Ha bir de, yaptığın iş zaten boktansa, bunun yanı sıra iş ortamın da boktansa, sana çok da bir seçenek kalmaz. Bir gün kafan atar, basarsın istifanı. Sonunu düşünmeden, arkana bakmadan gidersin.
Bir süre kafan rahat olur. Ama bu yaklaşık 10 gün falan sürer. Hadi uzatalım, belki o 10 günde yapacağın başka işler vardır, oyalanırsın. Örneğin ben ev taşıdım. Çıkaralım bunu 1 aya.
Sabah erken kalkma derdi yoktur. Tüm gün yatarsın. İstersen yatabilirsin yani. Biri çağırdığında canın istiyorsa gidersin. Ertesi gün iş var, diyip vazgeçmezsin. Ya da ay çok yoruldum bugün de evde oturayım, demene gerek yoktur. Çünkü yorulmazsın. Ama bazen yorulmamaktan yorulursun yalan değil. Çok uyumaktan uykun gelir sürekli. Tabi bu bünyeye göre daha ileri evrelerde de ortaya çıkabilir.
İş başvurularına seri bir şekilde başlarsın. Her gün aynı ilanlar vardır. Zaten başvurduğun yüz ilandan biri ya döner ya dönmez. Eskiden kalma borçların seni zorlamaya başlar. Para yoktur ki ödeyemezsin. Bazen cebinde 3 lira falan kalır. Yol parası mı yapasın, başka bi şeye mi harcayasın, karar veremezsin. Evden çıkamazsın. Eve biri gelse, doğru dürüst ağırlayamazsın.
Bunalırsın. Bu kez bu yüzden kendinden nefret etmeye başlarsın. "Yine bi boku beceremedin" dersin. "Bak başladığın yere döndün" dersin.
Kızarsın, ağlarsın falan. Bu dönemde sana destek olacak tatlı insanlar varsa ne ala. Yoksa bi de üstüne yalnızlık eklenir.
Sonuç olarak, mükemmel iş yoktur ama işsizlik de iyi değildir. Beklentini düşük tutmak yüksek tutmaktan avantajlı da değildir. Üzerine uyan gömleği bulmak zor mudur, belki de değildir, belki de sadece şans işidir. Yanlış tercihlerinin sonucunu hep sen çekersin ama doğru tercih yapmak da kolay değildir.